Tanzimat [ve sonrası] Osmanlı-Türk romanında modernleşmenin büyük krizlere yol açan problemlerinden biri, kadın özgürlüğü meselesidir:
Prof. Dr. Şerif Mardin, \'Tanzimattan Sonra Aşırı Batılılaşma\' başlıklı makalesinde, Tanzimat yazarlarının \'en çok iki konu üzerinde durdu[klarını] bildirir ve bu iki konuyu şöyle özetler: \'Kadının toplumdaki yeri ve üst sınıf erkeklerin Batılılaşması\'. Mardin\'e göre \'şüphesiz bu iki alan, Osmanlı kültürüne göre en \"yüce\", gizil değer yapısına göre ise en duyarlı olanlardır.\'
Mardin\'in \'kadının toplumdaki yeri\' olarak ifade ettiği konu, aslında kadın özgürlüğü meselesinden başka bir şey değildir. Tanzimat\'la birlikte modernleşmenin gerek hayat tarzındaki değişikliklere muhafazakarca, gerekse düşünce tarzındaki değişikliklere gelenekçi karşıduruşlarda, kadının konumu öne çıkar.
Modernliğin gerek hayat tarzı gerekse düşünce tarzı olarak temellük edilmesinde, Tanzimat ve hemen sonrası dönemde büyük krizlere yol açması, hiç şüphesiz, anlaşılır bir şeydir. Nihayet, toplumda radikal değişiklikler sözkonusudur ve bu değişikliklerin sert reaksiyonlara neden olmasını normal karşılamak gerekir.
Bu böyledir de, Tanzimat\'tan bu yana neredeyse iki yüzyıl geçmişken ve Cumhuriyet\'in 90. yılında, kadınların özgürlük taleplerini nasıl yorumlamalıdır? Cevap basittir: Türkiye\'de kadının gerçek anlamda özgürleşmesi bağlamında çözümler üretilmemiştir de ondan!
İsterseniz, yine romanlar üzerinden konuşalım. Adalet Ağaoğlu\'nun 1973 yılında yayımladığı Ölmeye Yatmak romanında da, üniversitede doçent olan birincil karakter Aysel, öğrencisi Engin\'e \'Söyle bana Engin. Şimdi hayran hayran ve güvenle yüzüne baktığın kadın özgür mü? Özgürleşti mi hiç?[...] Tek başına kurtulmak ve kurtarmak mümkün mü?\' diye soruyorsa eğer, bu, kadının özgürleşmesi konusunda Tanzimat\'tan bu yana ne kadar yol aldığımızı ortaya koymakta değil midir?
Evet, gerçekten öyle! Kemalist ideolojinin kadının özgürleşmesini, onun eğitimine bağlaması, aslında, Tanzimat\'ın kadının özel alanda eğitilmesine ilişkin yaklaşımının, kamusal alana taşınmasından ibarettir: Tanzimat\'ta kadının Batılılaşmasının, onun ev içi [özel alan] eğitimi ile sağlanması düşünülürken, Cumhuriyet ideolojisi, eğitimi kamusal alana taşımakla, kadının \'özgür\'lüğünü kazanacağını varsaymıştır. Bu, Kemalist ideolojinin, kadın meselesini, Şirin Tekeli\'nin deyişiyle, bir \'Devlet feminizmi\' olarak temellük etmesi demektir: \'Biz eğitiriz, onlar özgürleşir!\' mantığı! \'Devlet Feminizmi\', evet, tıpkı Tek Parti iktidarının Ankara Valisi Nevzat Tandoğan\'ın \'eğer Komünizm gerekiyorsa, bunu devlet olarak biz yaparız!\' sözünü değiştirerek söylersem, \'eğer Feminizm gerekiyorsa, bunu biz yaparız!\' mantığı! [Tekeli, Yakup Kadri Karaosmanoğlu\'nun Ankara romanındaki Selma tipini,\'Devlet Feminizmi\'nin tipiği olarak örnek gösteriyor]
Kemalist ideolojinin \'Devlet Feminizmi\' için özgürlük, yukarda da belirttiğim gibi, kadının kamusal alanda eğitimli bir kimlik edinmesi anlamına geliyor. Ama Adalet Ağaoğlu\'nun Aysel karakterinde de dile getirildiği gibi, eğitilmiş ve saygın bir meslek sahibi olmak, kadının özgürleşmesini mümkün kılmıyor. Özgürlük, kurtuluş [emancipation] demekse, bu nasıl sağlanacaktır? Gülnur Savran\'ın tasnifiyle \'Eşitlikçi Feminizm\', \'Radikal Feminizm\' veya \'Sosyalist Feminizm\', bir çıkış yolu göstermekte midir? Bu feminizmler, toplumsal cinsiyetin [gender] temellük edilmesine neden olabilme iktidarına sahip midir? Gerçek özgürlük buna mı bağlıdır?
Bunu haftaya tartışalım, diyorum.
ZAMAN