Pazar günü enteresan bir haber vardı.
Yok, öyle “atladım mı ki?”, “nerede” falan diye kendinizi paralamayın. İç sayfalara sıkıştırıp veren birkaç gazeteyi es geçersek basının büyük çoğunluğunda böyle bir haber yoktu.
Efendim, iktidardaki “Ahaliyi Kandırma Partisi” mi “Adalet ve Kalkınma Partisi” mi olduğuna kendisini ikna etme çabasındaki siyasi oluşumun Karaman il örgütü bir toplantı düzenlemiş.
Amaç malum, ahaliye (dikkat edin a savcı beyler “Türk” demedim, suç muç yok yani) bir yandan “Başkanlık Sistemi” bir yandan da “Kürt açılımı” anlatılacak. Kolay değil, koalisyon ortaklığına terfi edince affedilmesi, cezasında indirim yapılması ve hatta özel hapis koşullarının iyileştirilmesi mümkün olmayan çete reisi anlatmak farz oldu halka mantıklı bir şekilde neyle neyin takas edildiğini… Alışın ve verişin en azından kaba bir tasvirinin yapılması gerekmez mi?
“Men dakka dukka” lafını çok sever zatın biri… Anladınız siz kim olduğunu…
Ne demek? Arap ata sözü, “Kapıyı çalanın kapısı çalınır” anlamında bir deyiş ama o doğrudan tercüme, esasında anlam “Kapının çalınmasını istemiyorsan kimsenin kapısını çalma” olarak okunmalı… Yok, o da olmadı. “Sana yapılmasını istemediğini kimseye yapma” demek bu söz… Bu daha iyi oldu.
Şimdi “herkes geri zekâlı, ben ne dersem yerler” diye yola çıkarsan, meşhur sözdür “karşındakini aptal yerine koyan, aptalın ta kendisidir.” Yok bu da olmadı, en iyisi Abraham Lincoln’ün meşhur sözünü hatırlatalım: “Bazı insanları her zaman, bütün insanları da bazen kandırabilirsiniz; ama bütün insanları her zaman kandıramazsınız.”
Bir sınırı var yani kandırabilme kapasitesinin de.
İşte bu Karaman’da yapılan toplantıda, adeta Lincoln’ün “Eğer ilk önce nerede olduğumuzu ve nereye meylimiz olduğunu bilirsek, ne yapmamız gerektiğini ve nasıl yapacağımızı iyi değerlendirebiliriz” sözün hatırlatırcasına 86 yaşındaki Kemal Bayat ayağa kalkıp vermiş veriştirmiş “başkanlık sistemi iyidir, ülkeyi yeni ufuklara taşıyacaktır” falan edebiyatıyla peşin hükümlü yargılarını ahaliye empoze etmeye çalışan kendinden aydın konuşmacıya…
“Yüzyıllar sonra Osmanlı Devleti’nden sonra Cumhuriyet’e kavuştuk. İşgal sona ersin, cumhuriyet kurulsun diye kanımızı akıttık. Bu Başkanlık sistemine ben karşıyım, karşı da duracağım. Olmaz böyle bir şey. Başkanlık sistemi gelecek, Cumhuriyet elden gidecek' diye haykırmış 86 yaşındaki Bayat.
Tabii ki Bayat 86 yaşında ve yaşlı ama salak değil, akli melekeleri de maşallah yerinde. Anladı kurulan tuzağın ne olduğunu. Esasında belki fırsat verilseydi ekleyecekti konuşmasına birkaç cümle daha ve diyecekti: “Kardeşim AKP tüzüğünde üç dönem sınırlaması var. Güzel bir hüküm. Partide gençleşmeyi hedef alan bir hüküm. Ama başbakanın üç dönemi doluyor, birkaç dönem daha iktidarda kalmak istiyor. Tamam, değiştirin parti tüzüğünü olsun bitsin, niye oynuyorsunuz benim cumhuriyetimle? Anayasayı değiştirmek daha mı kolay geldi? Yoksa racon onu mu gerektiriyor?”
Enteresan ülke Türkiye. Parti tüzüğü değiştirilerek çözülecek bir “sorun” uğruna hapisten iktidar ortağı alınıp güya Kürt açılımı yapılıp, “al şu ilave hakları ver bana başkanlığı” pazarlığı yapılıyor.
Hem 86 yaşındaki Bayat’ı hem de diğer ahaliyi (AKP savcıları bakın yine “Türk” demedim) bir şekilde bu sürece ve ardındaki “iyi niyete” ikna etmek lazım. Ama hiç de kolay iş değil bu. Geçen gün liberal bir kendinden aydın bayan televizyonda kendinden beklenmeyecek bir ültimatom yayınladı: “Türk tanımı ve Türk bayrağı benim son kalemdir… Asla geri adım atmam.”
Fransızca yazsaydım “Oh la la” diyecektim, “bak sen şu işe” demekle yetineyim.
Geldik Türk bayrağına ve tanımına ve liberal “yetmez ama evet” yazarımız uyandı “gerçekten hayır, bu kadarı fazla” diyor… Sanki geçerli akçesi kalmış gibi, kimin umurunda ne dediği? İktidar onun oyunu çoktan satın almış, geriye kalanların da umurunda değil ne beyaz Türk edebiyatı, ne de küsüp küsmediği. Yolun açık ola…
İyi de liberaller de olmadan nasıl ikna edilecek bu ahali? Bilge adamlar diye listelenip sokağa salınan zat-ı muhterem heyetiyle mi? Bakın ne diyor onlardan birisi İzmir’de: Efendim “Beyaz Türkler” tahtan eşitlik düzeyine inmekten korkuyorlarmış. Sürece en fazla karşıtlık %49 ile İzmir’de imiş (Yanılıyor, son AKP’nin yaptırdığı ve yayınlanmayan ankette Türkiye çapında sürece destek %38’e düştü) çünkü en tahtta olan beyaz Türkler İzmir’de imiş…
Palavra diyeceğim ayıp olacak, lafı diyen koskoca profesör ve de üstelik insan hakları alanındaki çabalarıyla büyük sempati toplamış bir profesör.
Sonra? 6-7 Eylül 1964 (ben 1955 biliyordum, o zaman tekrar olmuş demek ki, koskoca hoca bilmiyor olamaz ya) utancından, Rumları kovmamızdan falan bahsedip İzmir’in tarihsel süreç içerisinde nasıl devletçilere karşı bayrak olduğunu anlatıp bügün devletçi çizgide olduğunu anlayamadığını söyledi…
Ve gele gele talihsiz bir cümleye geldi: “Tek ulusluluk 1924 Anayasası ile kurulmuştur. 1924 Anayasası'na kadar Türkiyeli deniyordu, ondan sonra Türk denmeye başlandı. Ben bu devleti mahvetmek istiyorum, onun yerine demokratik devleti kurmak istiyorum.”
İşte bakla bu, çıkarttı ağzından zavallı. Cumhuriyet hedef tahtasında. Sosyalist sanıyorduk, meğer o da neo-Osmanlıcı imiş.
Ne çekti bu Cumhuriyet sizlerden be!
Ne 86 yaşındaki Karaman’lı Bayat, ne de buy halkın devletine cumhuriyetine bağlı ahalisi bu palavralara pabuç bırakmaz, aldanmaz. Zaten sürece desteğin %38’e gerilemesi de ondan.
Hâlbuki bu süreç çok gerekli bir girişimdi. Ülkenin önemli bir coğrafyasında aidiyet o kadar ciddi zayıflamış durumda ki artık bu işe bir yerde dur demek, sorunu bedelini ödeyip “birlik ve bütünlük” içerisinde çözmek, birlikte geleceği inşa edecek koşullar yaratmak lazımdır.
Bir partinin tüzüğündeki üç dönem kısıtlaması birisine siyasete ara vermesi sonucunu empoze ediyor ve bu istenmiyor ise ülke ile, rejimi ile, geleceği ile oynamak, o maksatla çete reisi ile pazarlığa girişmek yerine o partinin tüzüğünden o maddeyi çıkartmak veya biraz esnetmek daha hayırlı olmaz mıydı?
Geç değil, belki uyanır birileri, atar gerekli adımları, bu iş daha fazla zarar vermeden normal güzergahına döner.
Ha, racon bozulur, dediğim dedik, öttürdüğüm düdük hesabıyla gidilirse korkarım çete reisinin o çok kızılan manifestosunda dediği gibi şimdikiyle kıyaslanmayacak yeni savaşlar kaçınılmaz olur.
Şimdi, Karaman falan derken tabii benim aklıma Kıbrıs boyutu geldi.
Benim ailem de köken olarak Karaman’lı. Nasıl mı?
Kara Keçili Yörük aşireti Bursa’ya kadar Osmanlı’nın vurucu gücünün ve bilhassa komuta kademesinin önemli bir unsurunu oluşturmakta imiş. Kara Keçili’ni,n artan silahlı gücünü tehdit gören Osmanlı, aşireti Aydın’a sürmüş. Aşiret büyük Aydın küçük kısa zamanda aşiret Aydın yöresinde ağırlıklı egemen unsur haline gelmeye başlamış. Duruma müdahale eden Osmanlı aşiretin bir bölümünü Aydın’da bırakmış, bir bölümünü Karaman’a bir bölümünü de Diyarbakır’a göndermiş.
Aydın’da kalanlar ermiş bitmiş, kökenini unutmuş. Karaman’da olanlar fetihlerle bir yandan Balkanlara bir yandan Kıbrıs’a dağılmışlar. Diyarbakır kolu ise taa Erbil’e kadar geniş bir coğrafyada gururlu mu gururlu bir “Kürt boyu” oluvermiş.
Zaten etnik kökene dayalı kimlik çok eskilerde kalmadı mı? Mesele kültürel, ne hissettiğinizde nereye aidiyet duyduğunuzda…
İşte onun için Güneydoğu Anadolu’daki azalan aidiyet duygusu hepimizde alarm zilleri çaldırmalı; bu işin dönüşü yok, çok daha büyük acılara gark olabiliriz şimdi kenetlenmeyi beceremez isek. Bu iş siyasetten çok daha yaşamsal önemde…
(Star Kıbrıs'tan)