Endişeli kara gözleriyle bize baktı Yunus. Gövdesinin yarısı enkazın altında.
Omzunda bir erkek eli, ölü.
Endişeli halini içinde bulunduğu durumdan sandım ben de. Kurtarılmayı bekliyor, çocuğun canı yanıyor, hadi aman bir an önce, diye diye.
Çıkardılar sonra. Onu kurtaran ağabeylerine ‘Saat kaç’ diye sormuş. ‘Akşam 10’ cevabını alınca da endişelenmiş çocuk, ‘Eyvah’ demiş ‘Çok geç olmuş, babama sakın söylemeyin’.
Babası çoktan affetmişti oysa, onu bekliyordu dualar eşliğinde. Yunus ise iç kanama geçiriyordu.
Ağrı yoluna düştüler hemen, yetiştirmek istediler.
Fakat Yunus gitti, o kara gözlerini mıh gibi aklımıza çaktı gitti...
Taammüden cinayet
Şu saat itibariyle kaybettiğimiz can sayısı 432, yaralı bin 352...
1999 depremine oranla Van depremine görece daha hazırlıklı yakalandığımız, arama kurtarma, yardım müdahalede daha yetkin ve iyi organize olduğumuz söyleniyor.
Doğrudur. 12 yıl önce yaşadığımız o büyük sefalete, çaresizliğe göre kesinlikle öyle. Ne hükümet şaşkınlaştı acizleşti çünkü bu defa, ne devlet kurumları. Sivil toplum, halkımız ise bir an duraksamadan koştu yardıma, duasını eksiltmeden.
Bunları artı hanesine kaydedelim elbette ama ‘faylar ülkesi’nde yaşadığımıza göre şunları da soralım: Deprem sonrasına olduğu gibi deprem öncesine de hazır mıyız? Niye hala hazır değiliz?
Yan yana iki binadan biri sağlam dururken diğerinin yere kapaklanmasına bakıp bakıp ‘deprem öldürmez bina öldürür’ aforizması bir kez daha doğrulandı deyip geçecek miyiz yoksa malzemeden çalan hırsız müteahhitleri, kötü mühendisleri, sorumluluğunu suistimal eden yetkilileri taammüden cinayet suçundan yargılayacak mıyız?
Fırsatçı faşistler
Depremin ardından ‘fırsatçı faşistler’ birer birer döküldü. Nefret suçu işleyen iki ekran yüzü sonradan tevil yoluna gitse de makyajları akmıştı bir kere.
Sosyal medyadaki ırkçılık ise filtresizdi. İki taraftan da çok ayıp laflar edildi.
Türk faşistleri Van’a ‘had’ bildirmek için bayrak gönderme planları yaparken, Kürt faşistleri aynı sakat mantıkla safları sıklaştırdı...
Bizi kurtaracak olan ırkımız değil oysa insanlığımız. Kardeş eli, kokusu iyileştirecek yaralarımızı. Bizi bu kanlı kuyulardan insanlığımız çekip çıkaracak, bundan hiç şüphem yok.
Yurdun dört yanından dualara sarmalanarak Van’a uzanan yardım eli, bu toprakları hakikaten yeniden ‘vatan’ yapacak. Bu bir ‘gönül seferberliği’dir çünkü.
Söylemezsem çatlarım
Binaların yapım-denetim aşaması hayli kuşkulu, sorunlu görünüyor. Şöyle: Binaların yasalara uygun, depreme dayanıklı olup olmadığı 2001’de çıkarılan ‘Yapı Denetim Yasası’yla denetleniyor. İnşaat daha proje aşamasındayken müteahhit, piyasadaki özel bir yapı denetim firmasıyla anlaşıyor. Zemin etüdünden beton kalitesine, temel sağlamlığından demir oranına kadar her şeye bu firma bakıyor. Yasa net şekilde ‘tüm malzemeler TSE standartlarında olacak’ dese de binaya ‘7 ve üstü depreme dayanıklıdır’ onayı veren firmaların müteahhitle halihazırdaki ‘duygusal’ ilişkisi, bu ülkede bu işlerin nasıl yürüdüğünü bilecek kadar hayat tecrübesi olan herkesi haklı olarak ‘kıllandırıyor’.
Üstelik 81 ilden 55’inin birinci derece deprem bölgesinde olduğu ülkemizde 18 milyonu aşan yapı stokunun yüzde 67’si kaçak. Denetlenenlerin nasıl denetlendiği Van’da henüz test edilmişken -yıkılan binaların çoğu 5 yaşında-, 17 Ağustos’ta 17 bin can kaybetmemizde ihmali kastı kusuru olanların yalandan bir yargılamanın ardından yeni ‘çok katlı mezarlar’ yapmak üzere cirit attığı bir ülkede, bütünüyle kuşkudayız yani. Büyük İstanbul depremine nasıl hazırlandığımızı, 1999’dan beri seve seve ödediğimiz deprem vergisinin nerede nasıl kullanıldığını bilmek bizim hakkımız, açıklamak da şeffaf devletin gereğidir.