Dün sabah gazeteleri açtım. Baktım. Normal zamanda Van’a gitmeyi aklının köşesinden bile geçiremeyecek bazı köşe yazarları deprem kalıntılarında yazacak bir şey arıyor.
Hürriyet’in orta sayfasındaki en büyük fotoğraf depremzedelere değil, Van’daki VIP Hürriyet ekibine ayrılmıştı. Yıkıntıların önünde ‘Görevimiz Tehlike’ ekibi gibi dizilmiş duruyorlardı. Ama ne tehlike vardı, ne görev. Daha doğrusu, tehlike de vardı, görev de, ama Van’da değil. Van, ölülerini vermiş, deprem sırasını, şimdilik, savmıştı.
Görev ve tehlike Türkiye’nin deprem bekleyen ama yeterli hazırlığı olmayan diğer beldelerinde idi. Özellikle İstanbul’da.
ABD Jeolojik Araştırma Merkezi, 2000 yılında, otuz yıl içinde İstanbul’da devasa bir deprem meydana gelme şansının yüzde 62 olduğunu açıkladı. Başka kaynaklar bu olasılığı yüzde 70 olarak veriyor.
Boğaziçi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Bölümü Başkanı Mustafa Erdik, yabancı bir dergiye bu depremin 200 ila 300 bin arasında can alacağını tahmin ettiğini söyledi. Enkazı kaldırmanın bedeli ise 50 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Türkiye’yi yıllarca geri götürecek bir rakam.
Esnediğinizi görür gibiyim. Çok okudunuz bu veya bunlara benzer rakamları.
Topkapı Sarayı, Arkeoloji Müzesi gibi paha biçilmez eserlerin olduğu yerlerde bile depreme karşı hiçbir önlem alınmadığını okumuş muydunuz? Ben okudum. ‘City Journal’ adlı yabancı bir dergide.
City Journal’ın İstanbul’da yaşayan muhabiri Claire Berlinski, şehri kucaklamayı bekleyen deprem felaketi için birçok plan olduğunu ama uygulama olmadığını yazıyor. Uygulamadan kasıt şu: Depremin zararını ve can kaybını azaltacak önlem alınması. Bu önlemler alınmıyor. Deprem, 30 bin yerde şehrin altındaki gaz borularını patlatacak. Hiçbir yerde Depremden Sonra Sigara İçmeyin diye bir tabela görmedim diyor, Berlinski. Depremde ağır şeylerin ev halkının kafasına düşmemesi veya üstüne yıkılmaması için önlem almış bir tek ev biliyor musunuz? Herhangi bir lokantada, otel odasında, otobüste, trende, gemide falan depremde ne yapılmasın gerektiğine dair bir tabela gören var mı?
Aslında beklenen şu: Deprem oluncaya kadar eski binaların çoğu yıkılacak, yerine depreme dayanıklı binalar yapılacak, zarar korkulan kadar olmayacak.
O zaman hükümet neden eski binaların yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılmasını teşvik etmiyor? Bu konuda bir tasarı hazırlanmıştı. Apartman sakinlerinin üçte ikisinin oyu ile bina yenilenmek üzere müteahhitlere verilebilecekti. Birkaç aksi veya çıkarcı daire sahibinin yenilemeyi veto etmesi önlenecekti.
Bu olsa, inşaat alanının kıt ve pahalı olduğu İstanbul’da binaların yenilenme hızı kat be kat artardı. Ne oldu? Hangi çıkarcılar bunu önledi? Geçmiş depremlerdeki ölü sayısı karşılaştırıldığında görülüyor ki Kaliforniya’da verilen her bir kayıp için Japonya’da on, Türkiye’de 100 hayat kaybolmakta.
Depreme ölü vermeme zenginlik değil akıl işidir. 27 Şubat 2010’da Şili’nin ConcepciÛn adlı kentinin yakınında 8,8 şiddetinde bir deprem oldu. Sarsıntı o kadar büyüktü ki dünya ekseni sekiz santimetre kaydı. Şehir batıya doğru dört metre kaydı. Ama ölü sayısı 521’de kaldı. Şili o kadar sıkı inşaat kaideleri uyguluyordu ki binalar bu canavar yer sarsıntısına bile dayandı.
İstanbul yarın 8,8 büyüklüğünde bir depremle buluşsa ne olur? Ertesi gün sağ kalanlar muhtemelen şunu duyar: “İstanbul’da deprem. Bir milyon ölü.”