Başbakan Erdoğan’ın “Yasama, yürütme ve yargının yetki ve sınırları bellidir. Sınırı aşan her girişim yetki gaspıdır, millet iradesinin çiğnenmesidir. Seçilmişleri, atanmışlara kul etmeyiz” sözleri, yaşanan son büyük krizden çıkışın en doğru yolunun bulunduğu, kararın verildiği ve adımların emin şekilde atıldığının keskin ifadesi olarak kayda geçmeli.
Siyasi tarihi, ‘seçilmişlerin atanmışlarla mücadelesi’nden oluşan, iki ileri bir geri olsa da demokrasiye doğru kararlılıkla yürüyen bir ülke Türkiye.
O yüzden Başbakan’ın sözleri, son seçimde yüzde 50 oyla halktan devleti yönetme yetkisi alan ve halka hesap verme zorunluluğu gibi bu yetkiyi başka hiçbir iradeyle paylaşmama sorumluluğu da bulunan bir seçilmişin epeydir beklenen sözleri olarak da önemliydi.
27 Nisan e-muhtırası tıpkı evvelkiler gibi, askeri vesayetin sivil iktidar üzerinde kurmak istediği tahakkümün apaçık bir ifadesi, çıplak bir darbe girişimiydi.
Hükümet, hem o bildirinin sahiplerine, hem de bunun askerin hakkı ve görevi olduğuna inanan ve dört gözle duruma el koymasını bekleyenlere hak ettiği cevabı 28 Nisan’da verdi.
Bu cevabı verdiği-verebildiği içindir ki AK Parti, girdiği bütün seçimlerin açık ara galibi oldu ve oyunu sürekli artırdı.
Bir süredir devam eden, tanımlanamayan, adı konulamayan ancak spekülasyona ve manipülasyona açık haliyle ayrıca kafa karıştırıp gönül bulandıran durumun, aslında yine bir tür ‘müdahale ve bununla mücadele’ hali olup olmadığı merak konusuydu.
Bu sebepledir ki 7 Şubat’ta patlak veren krizin yeni bir ‘iktidara ortak olma kavgası’, yine bir ‘kendi kendini sivil siyaset üzerinde vasi tayin etme vakası’ olduğu yönünde oluşan algının dağıtılması, varsa pratiğinin bertarafı için de önemli bir kararlılık açıklaması olarak değerlendirilmeli Başbakan’ın sözleri.
Çünkü ‘özlenen yeni Türkiye’, vasilerin olmadığı, toplumun tüm çeşitliliği ve çoğulluğu ile eşit ve özgür olduğu, herkesin haklarının garantiye alındığı, bireyin önde, devletin geride ama şeffaf olduğu bir hukuk devleti olmak zorunda. Ve böyle de olma yolunda.
Bu yolun inşasında, vesayetçi sistemin geriletilmesi ve hatta yargılanarak defedilmesi sürecinde başka siyasi kesimlerin, sivil toplum hareketlerinin, tek tek fertlerin katkısı olduğu gibi, kendini ‘hizmet hareketi’ olarak tanımlayan sosyal yapının da kuşkusuz çok önemli katkıları olmuştur. Lakin hiçbir çaba sahibinin kalkıp da, ne bu mücadeleyi ‘şahsi mülkü’ ilan etmeye ne de bunun ‘diyet’ini istemeye hakkı olmamalıdır.
Aksi, siyaset dışı bir yapının baskı yoluyla iktidara ortak olmaya, hükümete ‘siyaset vaaz etmeye kalkışması’ demek olur ki, bu da kaldırılmaya çalışılan vesayetçi sistemi, rengini değiştirerek yeniden tahkim etmeye çalışmaktan başka hiçbir anlam taşımayacaktır.
***
Bu aşırı tartışmalı, spekülasyona ve enfeksiyona açık ortamda oluşan yanlış algıların doğrultulmasında siyasetçilerin sorumluluğu olduğu gibi ‘siyasetle işi olmayıp gönüller yapmaya adanmış gönüllüler hareketi’ diye de tanımlayabileceğimiz Cemaatin de sorumluluğu bulunuyor.
Başbakan’ın açıklaması bu anlamda ‘ufuk çizgisi’ni bozmadan taşları yerli yerine oturtan bir açıklama oldu. Sıra Cemaatin sözcülerinde. Cemal Uşşak’ın Habertürk televizyonunda, Ekrem Dumanlı’nın gazetesi Zaman’da yaptığı açıklamalar en azından, koordinatların yeniden belirlenmesine yardımcı olacak türden, denebilir.
(STAR)