Başbakan'ın AK Parti'nin Adana İl Kongresi'ndeki dil sürçmesinin (tek din) muhalefet tarafından neden 'kullanılmadığına' takılmış bazı arkadaşlarımız... Bana kalırsa bu konuya 'takılsalardı' komik olurdu...

Bu nedenle CHP'yi takdir etmek gerekmez ama 'Sütün siyaseti olmaz' diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nu kutlamak lazım geldiğini ifade edelim. Dürüstlük ve vicdan nerede buluşursa orada sağduyunun sesi var, demektir.

CHP İstanbul İl Örgütü'nden yansıyan görüntü de, elbette bir 'kaynayan kazan' olmasının ötesinde İl Başkanlığı adayı Oğuz Salıcı tarafından dile getirilen önerilerin 'beklentileri' bir miktar karşılayacağı yönünde. 'Beklentilerin üzerinde' değil kesinlikle.

Peki, kimlerin 'beklentilerini' karşılayabilir? Mesela, 13 Mayıs'taki CHP İstanbul İl Başkanlığı seçimlerinde oy kullanacak olanların... Biraz daha o mekanın dışına çıkıp da bakacak olursanız, hala 'büyük fikir' yönünde bir belirti hatta 'arayış'ın bile ufukta görünmediğini hemen fark edersiniz. '1977 CHP'sinin ruhuyla İstanbul'u kazanırız' yolundaki bir vaadin, 'gelecek tasarımı'na odaklanan iktidar söylemi yanında nasıl da zayıf bir 'geçmiş özlemi' (nostalji) ve dolayısıyla 'patinaj' olarak algılanabileceğini  düşünmek için siyasetçi olmak gerekmiyor. Piyasadaki mebzul miktardaki 'yaşam koç'larından biri olmak bile yeterli.

Siyasi partiler de, kurumlar da, şirketler de ve elbette hükümetler de hedef kitlelerinin 'geçmişi satıp geleceği satın aldığını' gayet iyi bilirler. Daha doğrusu bilmeleri gerekir. Geçmişin geleceğe katkısı oranında değerli olduğunu; bundan öteye eski günlere hasretle bağlanmanın çok da manalı olmayan, heyecansız bir romantizmden öteye gidemediğini sokaktaki insan seziyor; ama geleceğin siyasetçisi olmaya soyunanlardan bazıları bu meseleyi ıskalama konusunda birbirleriyle yarışıyor.

2014'te yapılacak Belediye Seçimleri'nde İstanbul'u alabilmeyi hedefleyen CHP'lilerin Türkiye'deki dönüşümü okuyabilme çabalarından memlekete bir yarar sağlanacak ise öncelikli olarak kendilerini  'geçmiş tasallutu'ndan kurtarmaları gerek.

Örneğin, şu son 'Yaşam Trendleri ve Tutumlar Araştırması'nda ortaya çıkan 'Yeni muhafazakarlar', 'Geleneksel Orta Sınıf', 'Geleneksel Milliyetçiler', 'Tepkili Modernler' ve 'Tutunamayan Yoksullar' diye adlanmış olan toplumsal segmentlerin İstanbul'daki karşılıklarını merak etmekle işe başlayabilirler... Böylelikle İstanbul'a ilişkin bir 'Büyük Fikir' geliştirmenin ön adımlarından biri de belki atılmış olur...


Şehirdeki yabancı


'Batıcı kafa asıl darbeyi sanata vurdu'... Böyle demiş tiyatrocu ve oyuncu kardeşimiz Yılmaz Erdoğan... 'Divan şiirini madara ettik' demiş.. 'Sette ezan var, filmde yok' demiş... Her bir cümlenin altına imza atılır. Ecnebi aydınlarımızın 'hazır elbise' gibi bedenlerine uyan san'ata dair 'Batıdan da Batıcı' yaklaşımlarının günümüz Türkiyesi'nde iyot gibi açığa çıkmış olmasında gayet olumlu bir 'tartışma alanı' gördüğümü ifade edeyim. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 'Yaban'ında şekillenerek karşımıza çıkan bu aydın tipolojisi, daha da uç noktada halkına pisliğe bakar gibi bakanlar, artık 20 yıl öncesindeki Türkiye'de yaşamadıklarının çok farkındalar.

Artık şehirde de bir yabancı olduklarını gayet derinden ve üzüntüyle hissediyorlar. Karaya vurmuş balık gibiler...
'Toplumcu gerçekçi sanat'ın bakış açısından dünyayı görmeye çalışan sanatçılarımızın bir kısmının, ecnebi aydınlarımızın soluduğu Paris, New York, Londra havasına yakın durduklarını, diğer bir kısmının da ülkemizde olup bitenleri doğru değerlendirebilme arzusuyla kimselere angaje olmadan yollarına devam ettiklerini gözlemlemek mümkün.

Bana göre Yılmaz Erdoğan ikinci yoldan gidenlerden.

Gidebilenlerden...

(Akşam gazetesinden alınmıştır)