İmparatorluk dönemi bir kenara bırakılırsa ve Cumhuriyet'in inşası birinci kırılma noktası olarak kabul edilirse, Türkiye'nin 4 kırılma noktasını arkasında bıraktığını söyleyebiliriz: 2. 1950 Adnan Menderes ve Demokrat Parti'nin iktidara gelişi, 3. 1983 Turgut Özal ve Anavatan iktidarı, 4. 2002 Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarları...
Bu kırılma noktalarının arasına serpiştirilmiş bazı nicelik değişiklerden sadece biridir 12 Eylül. Türkiye'nin esas tartışması gereken konu 12 Eylül'ün arkasında bıraktığı tortu falan değil, Toffler ikilisinin sözünü ettiği '3 Dalga'nın Türkiye'nin ne zaman nerelerinden geçmekte olduğudur: Tarım Toplumu, Sanayi Toplumu, Bilgi Toplumu...
Türkiye bugün ne yazık ki bu üç dalganın üçünü de aynı anda yaşamaktadır. Alt yapı konularında kısmen de olsa 'Sanayi ve Bilgi Toplumu' sınırlarını aşmış olsak da, üst yapı konusunda kesinlikle 'Tarım Toplumu'nun tüm özelliklerini taşımaktayız.
Bu bağlamda dünden beri sürdürülen 12 Eylül bağrınmasının pek bir anlamı yoktur. Bu devletin bir valisi hâlâ halı hediye etme krizine neden olabiliyor; bunun üzerine koskoca Başbakan ve Başbakan Yardımcısı açıklamalar yapmak zorunda kalıyorsa; çok güçlü olması beklenen ana muhalefetin lideri, önemli sayılacak bir iddiasının dedikodu mu yoksa delillere dayalı somut bir bilgi mi olduğu konusuna netlik kazandıramıyorsa; ayağımızın bir kısmı hâlâ 'İlkel Komünal Toplum'da duruyor demektir... Bu bağlamda 12 Eylül'ü, darbeler tarihi içinde hakkı verilerek tartışılması gereken 12 Eylül'ü gündemin ana konusu halinde bu kadar derinliğine ele almak hedef saptırmaktır.
Ya alamazlarsa...
Özel sektörden Türkiye'nin uluslar arası markalarından biri haline gelmiş en önemli kuruluşlarından biri hiç şüphesiz TAV'dır...
Pek çok konuşmasına, başarılı röportajlarına tanık olduğum TAV'ın CEO'su Sani Şener de bana sorarsanız Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli profesyonellerden biridir...
İşte o zaman insan o garip beyanat karşısında daha da çok şaşırıyor. 3. Havaalanı İhalesi konusunda Sani Şener bey demiş ki: "Bu ihaleyi alamamak TAV için etkisi büyük bir olay olur" . Medya bunu "Almak zorundayız!" diye yorumladı...
Belli ki samimiyet ön plandaymış... Gazeteci 'dostlar' arasında muhabbet ederken içten öyle gelmiş, söylenmiş... Yeri gelmiş ifade edilmiş, diyelim... Sani Şener'i de seviyoruz ya... Zülfüyarı kurtaracak çok laf bulabiliriz... Ancak yine de olmaz. Gerçek şu: Bu tespit herkesi zor durumda bırakmıştır. Hem ihaleyi düzenleyenleri... Verseler bir türlü vermeseler başka türlü... Hem TAV'ı... Hem de Sani Bey'in kendisini. Yani ortada hasar var... Hasar varsa kriz de var. Kriz varsa da kriz iletişiminin devreye girmesi gerekir. Yani açıklama... Kasıtlı söylendiyse onun nedeni, sehven söylendiyse onun izahı...
Çünkü sinek küçük, ancak mide bulandırır...
Bu kitap ve seminer kaçmaz!
"Okumak"... Bu sözcüğü ne zaman duysam beynimde bir hareketlenmedir gider... "Sinemayı okumak, hayatı okumaktır" adını verdiğimiz ve iki yıl üst üste sürdürdüğümüz seminer çalışmaları da bu 'okuma' meselesine odaklanmıştı.
Hayatı okumak... Davranışları okumak... Türkiye'yi soldan okumak, sağdan okumak; okumaktan aciz olmak...
Okumak bana hep üzerimize yapışan bir tür düşünce 'tasallut'undan uzak bir yaklaşım olarak gelmiştir.
İstanbul Erkek Lisesi'nden 'kardeşim' Prof. Dr. Gül İrepoğlu'nun Salı akşamı Tuğra'da düzenlenen yeni kitabının lansman yemeği davetini gördüğümde işte biraz da bu bu yüzden heyecanlandım...
Kitabın hayli 'sıradan' sayılabilecek bir adı var: "Osmanlı Saray Mücevheri..."
Ancak öyle bir alt başlığı var ki, sadece o alt başlık üzerine erbabı üç makale yazabilir...
"Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak"...
Kitabın yayıncısı Bilkent Kültür Girişimi ve Gül Hanım kapsamlı bir çalışmaya imza atmışlar.
İrepoğlu sunuş yazısında, kitabının kurgusunu bir mimar, derlemelerini bir sanat tarihçisi, tarihi öykülere can verme kısmını ise bir romancı olarak hazırladığını söylüyor.
Kapağında kullanılan görselden iç tasarımına, anlatılan tarihi öykülere kadar her tür ayrıntısıyla insanda bir çırpıda 'okuma' arzusu uyandırıyor.
Bu zamana kadar makalelere ya da çeşitli çalışmalara konu olmuş, 'kataloglarda' yer almış mücevherler, kullanılmış olan değerli taşların anlamları, tasarımların hangi amaca hizmet ettikleri, ne anlam yüklendikleri ve o günün koşullarında neyi temsil ettikleriyle, ilk defa bu kadar net ve dramatik – entegre bir doku içinde anlatılıyor.
Yüzlerce yıl sürmüş bir imparatorluğun, Topkapı Sarayı'nda hiç yağmalatılmadan korunmuş hazinesinde bulunan mücevherler üzerinden tarihi 'okumaya' fırsat sunan kitap, 16 yıllık bilimsel bir çalışmanın ürünüymüş.
İngilizcesi de bulunan devasa eser, Bilkent Kültür Girişiminin işlettiği başta Topkapı Sarayı olmak üzere tüm müze mağazalarında ve D&R'larda satışa sunulmuş...
Üç kesimin dikkatine arz etmek isterim: 1. Yurt dışından gelen 'ciddi' konuklarına hediye vermeyi düşünen tüm kişi ve kuruluşların, 2. Tüm eleştirilen unsurlarına rağmen (eleştirilmeyenine rastlamadım) çok önemli ve yaygın birer popüler kültür taşıyıcısı olan tarihi dizilerin yapımcılarının; 3. Tarihiyle ve geçmişiyle bağını güçlendirmek isteyen her duyarlı vatandaşın...
(Bu arada meraklısına not: Gül İrepoğlu'nun 18 Eylül'de Topkapı Sarayı'nda düzenlenecek olan 'Harem ve Mücevher' başlıklı semineri kaçmaz)
(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)