Popülerlik ile popülizm karışınca işte böyle tablolar çıkar ortaya...
Obama'nın elindeki sopanın anlamı varmış.
Neymiş?
Cevabını Sayın Kılıçdaroğlu katıldığı bir canlı yayında biliyormuş gibi yaparak şöyle vermiş:
'Bu resim boşuna verilmez ABD'yi düşününce. Verilmişse bir anlamı vardır. Barzani'nin havucuyla Obama'nın sopası arasında giden bir dış politika güderseniz çıkmaza girerseniz.
Bizim askerlerimizin başına çuval geçirildi. Şimdi aynı tablo, başka versiyonla önümüze konuluyor. Görüşme sırasında beysbol sopasının bütün dünyaya gösterilmesini doğru bulmuyorum. Başbakan'ın bu tabloyu yorumlaması lazım ama nasıl yorumlayacak bilmiyorum.'
Peki mantık ne diyor?
Obama tam da şu dönemde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan ile telefonda konuşurken neden dünyaya Türkleri aşağılayıcı ya da onlara karşı sopalı bir görüntüyü vermek istesin ki? Ayrıca ABD kültüründe o sopanın yeri bu kadar olumsuz mudur ki? Bu sorular doğal olarak aklınıza gelirse derhal öküzün altında buzağı aramaz ve lafı uzatmazsınız değil mi?
'Değişim Kurultayı' yapıp çarpıcı vaatlerle PM'sini henüz oluşturmuş olan CHP'nin lideri, dün 'Bizim askerlerimizin başına çuval geçirildi' diyerek hatırlattığı 'gerçek aşağılamayı' da bu abartılı 'popülist' ifadelerle bozuk para gibi harcamış sanki. Bir parti genel başkanının 'değişim vaadi'nin altını ısrarla çizdiği bir kurultay sonrasındaki ilk aksiyonlarından birinin 'dam üstünde saksağan' türünde bir şavullama olması bir başka talihsizlik. Beyaz Ev'in 'Bu fotoğrafı sadece, Başkan Obama'nın Başbakan Erdoğan ile devam eden yakın ilişkisini vurgulamak ve onların Suriye'de kötüye giden durum hakkındaki önemli görüşmelerine dikkati çekmek için yayınladık' şeklinde, işi şirinliğe vurarak açıklamaya çalıştığı olaya, ancak Ahmet Hakan'ın yaptığı gibi espriyle yaklaşılabilirdi belki: 'Başbakanımız da eline levye alsın, kemer alsın ya da terlik, cop, oklava alsın...'
Sayın Kılıçdaroğlu'nun dünkü konuşmasında eskilerin deyişiyle 'insicam' veya bugünün ifadesiyle 'tutarlılık' aramaya kalkmayalım; çünkü neresinden tutsak elimizde kalacak tuhaf bir akıl yürütme örneğiyle karşı karşıyayız. Devam edelim:
Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu'na muhalefet etmek isteyen biri ardı ardına şu cümleleri neden kurar? 'Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin bugüne kadar bünyesinde barındırdığı en çapsız Dışişleri Bakanı'dır. Çıktığı nokta sıfır sorundur, geldiği nokta sorundur. Hangi konuda Davutoğlu başarılı oldu?
Ortadoğu'da devletlerin içişlerine müdahale eden bir dış politika güdüldü. Geldiğimiz noktada ciddi açmazlarımız var. Niçin düşürüldüğünü biliyoruz da nasıl düşürüldüğünü bilmiyoruz.'
Sıfır sorun hedeflemekle sıfır sorun yaşamanın ayrı şeyler olduğunu Kemal Bey hepimiz kadar bilir... O halde, 'En çapsız' ifadesi buraya ne kadar uymaktadır ki... Beysbol sopasından yola çıkarak 'subaylarımızın kafasına çuval geçirilmesi' gibi bir büyük hassasiyeti yerli yersiz kullanmakla hiç farkı yoktur bu yakışıksız ifadenin... Davutoğlu'nun düşmanlarının bile telaffuz etmediği bu 'yanlış yakıştırma' belleklerde kalabilir ve bundan sonra Sayın Kılıçdaroğlu'nun yapacağı benzetmelere de, şüpheyle bakılmasına neden olabilir.
Bir başka inci daha... 'Cumhurbaşkanlığı makamı kimsenin kişisel mülkü değil' gibi klişe olsa da çok doğru bir cümlenin ardından gelen, 'kalabalıkta gürültü olur' dercesine herkesin malumu olan genel bir 'fikre' şaşıp kalmamak elde değil:
'Kadın valiler oldu da neden cumhurbaşkanı olmasın. Bilgisiyle, birikimiyle bu ülkeye yakışır. Kadınlar da destek verir diye düşünüyorum. Türkiye'nin kimliği çok değişecektir diye düşünüyorum.'
Sayın Kılıçdaroğlu'nun ancak Sarah Palin'e yakışabilecek bir mantıkla konuşmasını yadırgamamak elde değil.
(Akşam gazetesinden alınmıştır)