Vaziyet bu.
Madem vaziyet bu...
O zaman soralım:
“Suriye politikasını oluşturan yetkililerimiz, Gaziantep’te bombanın patlayacağını öngöremediler mi?”
* * *
Şu işe bakın:
Esad ve adamları kafayı resmen Türkiye’ye takmış durumdalar.
Hedeflerinde üç ülke var:
Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye...
En çok da Türkiye var.
Dikkatinizi çekerim:
“Esad gitsin” diye çırpınan ABD o kadar da hedef değil, Fransa’nın adı bile geçmiyor, İngiltere arazi olmuş durumda.
Varsa Türkiye, yoksa Türkiye...
Niye?
Adamlar şöyle bir sınırlarına bakıyorlar:
- Silahlar Türkiye’den geliyor.
- Savaşçılar Türkiye’den giriş yapıyor.
* * *
Söylemlere bakıyorlar:
Türkiye baş aktör...
- Türkiye o kadar baş aktör ki, Esad’ın gitmesini bizden daha çok istemesi gereken Batı dünyası bile “Türkiye biraz fazla mı ileri gidiyor ne?” diyor.
- Türkiye o kadar baş aktör ki, işin başında “Türkiye, Suriye’de tampon bölge oluşturmalı” diyen gazeteci Robert Fisk bile “Suriye’de Türkler savaşıyor, ne iş?” falan diye yazıyor.
Kısacası: Köşeye sıkışmış kedinin pençe hizasındayız ve kedi pençesini atmaya başladı.
* * *
Böyle mi olmalıydı?
Başka bir çaresi yok muydu bu işin?
“Muhaliflerin koşulsuz destekçisi/Esad’ın amansız düşmanı” olan köşe yazarlarına bakacak olursak... Böyle olmalıydı...
Ve başka da bir çaresi yoktu bu işin...
* * *
Bakın “Muhaliflerin koşulsuz destekçisi/Esad’ın amansız düşmanı” Aslı Aydıntaşbaş’ın dün yazdıklarına...
Diyor ki Aslı:
- Türkiye, Suriye işine bulaşmak zorundaydı.
- Türkiye’nin Esad’la bozuşması kaçınılmazdı.
- Türkiye Esad’la kanka olmaya devam edemezdi.
- Türkiye kankalığa devam etse bile olup bitenlerden etkilenecekti.
Ne çıkıyor bütün bu cümlelerden?
Şu çıkıyor:
“Gaziantep bombası mukadderattır.”
* * *
Aslı’nın şahsında tüm “Amansız Esad düşmanı/koşulsuz muhalif destekçisi” kalemlere sormak isterim:
- “Kanka olmak” ile “Sınırdan savaşçı ve silah geçişi yaptırmak” arasında bir yer yok mu?
- Ya Esad’la kanka olacağız ya da Suriye savaşında baş aktör olacağız? Bu mudur yani?
- Esad’ın gitmesini bizden daha çok isteyenler bile ellerini taşın altına koymaktan kaçınırken Türkiye’nin olaya yalın kılıç dalmasında bir tuhaflık yok mu?
- Zulme sessiz kalmamak için Esad’la ilişkileri kesmek, elçiyi çekmek, uyarı görevinde bulunmak, arayı bozmak yetmiyor muydu?
- Köşeye sıkışmış Esad’ın, muhaliflerine silah desteği sağlayan ülkeye kötülük yaparken elini tutmayacağı öngörülemez miydi?
- Esad’ın Türkiye’nin belası PKK ile işbirliği yapma hevesi içine gireceğini çocuklar bile tahmin edebilirken yöneticilerimizin böyle bir tahmini yok muydu?
- Suriye politikası oluşturulurken Gaziantep’i hesaba katmak gerekmez miydi?
- Türkiye’nin yardım ettiği muhaliflerin “damdan adam atarak” katliam yapma oyunları, Batı dünyasında bile Esad’ın zulmü ile aynı anda zikredilmeye başlandı. Türkiye bu türden oyunların da ortağı haline gelmedi mi?
* * *
Eğer bu sorulara doğru dürüst cevaplar verilemezse... Gaziantep’te patlayan bomba için “mukadderat” denilemez.
Asla denilemez, kata denilemez.
Hayatımın 10 kuralı
BİR: Acıkmadan sofraya oturma, doymadan sofradan kalk...
İKİ: Kafan bozulunca yürü...
ÜÇ: Mazluma kimlik sorma.
DÖRT: Konuyu belirlemeden yazı yazmaya kalkışma.
BEŞ: Kıyasla... Ancak kıyaslayarak anlarsın.
ALTI: Nef’i gibi ol, aklına gelen espriyi kellen pahasına patlat!
YEDİ: Geliştirdiğin prensipleri sürekli değiştir.
SEKİZ: “Yalnız kaldığımda yapabileceğim 10 şey” listesini cebinde hep hazır tut.
DOKUZ: Bazı tartışmalarda kasten
mağlup ol.
ON: Hep farklı yerleri göreceğim diye yüzeysel turistlik yapacağına hep aynı yere giderek derinleş.
İki mübalağa
FATİH TERİM: Fatih Terim kazandığı maçtan sonra “Gaziantep’te acılar yaşanırken ben futbol falan konuşmam arkadaş” demiş. İyi demiş, güzel demiş... Fakat bu ne mübalağa! Sanki zaten oluşmuş bir atmosfere kürek çekmemiş de asla söylenmemesi gereken bir şeyi söylemiş gibi bir eda...
ULUDERE: Uludere’de köylüler, yanı başlarında meydana gelen kazada askerlere yardıma koşmuşlar... Bir mübalağa da bu noktada başlıyor. Uludere köylüleri yüceltildikçe yüceltiliyor. Bu yüceltmenin altındaki tatsız şey kimsenin dikkatini çekmiyor. Ne yani kardeşim, canavar mı bu insanlar? Tabii ki yardım edecekler.
‘Ermeni dönmesi’ lafı da yeniden girdi tedavüle
80’LERDE, 90’larda ne oluyor ise...
2012’de o oluyor.
Bu yüzden bekliyordum, “Bu teröristler Ermeni” lafının yeniden dolaşıma sokulmasını...
Çok beklemedim. Muhyettin Aksak adlı AK Parti Milletvekili kafayı çıkardı.
PKK’dan söz ederken şöyle dedi Aksak:
“Bunlar Ermeni dönmesi çocukları.”
* * *
Bak Muhyettin Bey...
Madem ırkçılık yapacaksın, madem kötülük yapacaksın, git başka alanda yap...
Azala tükene sayıları ancak 20 bin kalmış günahsız Ermeni yurttaşlarını hedef göstererek yapma... Bu kadarcık insanlığı bari kendine çok görme...
Neden sarıldılar teröriste?
- Partilerinin kapatılmasını mesele etmediklerini, “Kurarız yeni partimizi, devam ederiz yola” diye düşündüklerini gösterdiler.
- Dokunulmazlıkları kaldırılıp hapse atılsalar dört bir taraftan “Demokrasi ihlal edildi” itirazlarının yükseleceğinin farkındalar.
- “Ben PKK’lıya sarılırım, sen de bana hiçbir şey yapamazsın” mesajı verdiler, bu yolla devletin açmazını açığa çıkarmak istediler.
- Kendi meşruiyetlerini yitirme pahasına PKK’yı meşrulaştırmakta bir sakınca görmediklerini göstermiş oldular.
- Devlete “Her yere hâkimim diyorsun ama bak buraya hâkim değilsin” mesajını vermek istediler.
- Kitleye “Bakın ayrımız gayrımız yok, işte böyle birbirimize sarılıyoruz” demek istediler.
Hüseyin Aygün’e laf çakan arkadaşa
SEN!
Hey Hüseyin Aygün’e “PKK destekçisi” falan diye laf çakan arkadaş!
Unutma ki...
Sen ağız dolusu küfürler yağdırsan da PKK’ya...
PKK, senden daha çok Hüseyin Aygün’den nefret ediyor.
Hadi şimdi bunun üzerine düşün iki dakika...
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)