Kazandığın zaferleri tarih elbette yazacaktır; lakin bazen hakkın olmayanı kazanmak uğruna gözünü kırpmadan zalimleştiğini çok iyi biliyorum ey insanoğlu, hatta zaman zaman kırıp dökmekten, yorgun düştüğünü de…
Azıcık kenara çekil! Kendi kendinin değil de başkalarının efendisi olmanın peşinde koşmaktan vazgeç. Biraz mola ver, nefes al! Bir ağaç gölgesinin altında boylu boyunca uzan, keyfince dalıver bir rüya âlemine, gör bak…
Rahatladığını fark edeceksin. Zaten rahat yaşamak için değil miydi verdiğin bu mücadele. Evet dediğini duyar gibiyim. Öyleyse cesur ol ve vazgeç bu bencillik kokan garip planlardan… Kurtar kendini kendinden ve mutlu olmak için çıkar yüzündeki maskeyi. Uzaklaş riyakârlığın kapısından; çünkü ikiyüzlü olmak yüzsüzlüğün kapısını açmak demektir ve sen galiba epeyce yüzsüzleştin, arsızlaştın, alçaldın oysa en şerefli varlıktın…
Artık biraz dur ve düşün! Dünya denen şu pencereden her geçen bir bakıp geçti. Bu geçip gidenlerin neler görüp neler duyduğundan çok, neler bıraktığını bir keşfedebilsen ne kadar iyi olur. Çünkü herkesin bıraktığı iz kendini hatırlatmaktadır.
Nerede yaşadığın değil nasıl yaşadığın, neler yaşattığın ve her gün hangi duygularla aynaya baktığın önemlidir. Unutma her insanın kendine ait bir sonbahar rüzgârı vardır. O rüzgâr estiğinde dünyanın bütün unvanları bir anda silinip kaybolacak ve sen sadece insan tarafınla baş başa kalacaksın. Fakat hangi insan tarafınla, işte asıl soru bu?
Terazinin kefesi hangi yanını üstün kılmakta. Nurdan bir demet misin yoksa eridikçe yayılan bir çamur yığını mı? Papatya falına bakarak cevap vermeye çalışma. Yaptıkların ya da yapacakların seni ya yıldızların altında bir nur topu gibi saklayacak ya da karanlığın derinliklerinde kaybolup gideceksin.
İşte hayat ve işte içinde yaşattığın tekil ya da çoğul şahıslardan kurulu bir dünya… Senin kurduğun bir dünya. Beklentilerine cevap verdiği sürece el üstünde tuttuğun, kazandığında güldüğün; kaybettiğinde hüzünlendiğin bir dünya...
Neden, niçin, nasıl diye çırpınıp durduğun bu dünyada sen bir madalyonun iki yüzünü birden asırlardır benliğinde yaşıyorsun. Bir tarafında, yaşadığın hayatı renklendirmek ve kolaylaştırmak için yaptığın muhteşem ve faydalı işler, diğer tarafında atalarından kalma vahşet genleri ile yaşadığın dünyayı cehenneme döndürme arzusu. Tarihin yaprakları her ikisini de aynı netlikle gelecek kuşaklara sunarken sen amansız bir yarışın dur durak bilmeyen bir koşucusu gibi koşmaya devam ediyorsun…
Anlaşılmayan ve anlatılması güç olan da bu. Yani senin çelişkilerle dolu hayatın. Sanki bütün varlığın tezatlar yumağından ibaret. Yukarıdan aşağıya doğru sıraladığım bir akrostişle bedeninden daha çok aklını, ruhunu, yüreğini dinlendireceğin; içini dışını samimiyetle ak pak edeceğin bir arınmaya, bir karantinaya ne kadar çok ihtiyacın var biliyor musun ey insanoğlu? Çünkü gerçekten anlaşılmaz bir hâldesin, ya yaşamak için yaşatmak ya da yaşamak için yok etmek gibi garip bir girdaba kapılıp gitmektesin. Azıcık yavaşla, dur ve düşün; cennet de cehennem de senin içinde… Hem ne diyordu Kul Himmet “Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün/ Dünya kadar malın olsa ne fayda