“Bartın Özel Tip Cezaevi A2 koğuşunda –idarenin tabiriyle ıslah olmazlar koğuşu- kalan ülkücü arkadaşlarımızla içeride adı “Tutsak Kalemler” olan bir dergi çıkarmaya karar verdik.” diyor Efendi Barutçu, Mahbesten Mektuplar’da… Ve “yazmak güzeldir” diyerek başlıyorlar yazmaya:
“Yazmak harikalar ülkesinde bir peri kızının peşine düşmek kadar cazip ve fakat mükemmeli arayan için o kadar zorlu bir iştir.” derken de çok haklılar. Çünkü cezaevinin şartları içerisinde bu zor olanı başarmak öyle pek de kolay olmasa gerekti. Olmamıştı zaten, ancak iki sayı çıkarabilmişlerdi Tutsak Kalemler’i.
Gülümsüyorum. Aklıma, Birinci Dünya Savaşında Ruslara esir düşüp Kazan’a götürülen bir Türk yedek subayı Faik Tonguç’un hâtıralarında bahsettiği “Niyet” isimli gazete geliyor ve sonra Ahmet Kemal İlkul’un Çin- Türkistan Hâtıraları. Ahmet Kemal de Çin’de tutsak edildiği günlerde “Yeni Hayat” isimli bir gazete çıkarır. Demek ki bedenleri mahkûm etmeyi başaranlar, düşünceye esaret zinciri vuramıyorlardı, vuramayacaklardı da…
Hürriyet ve vatan şairi Namık Kemal de “Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet/
Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten” demiyor muydu?
Evet, Mahbesten Mektuplar, sadece bir mahkûmun anasına, babasına, eşine, dostuna, arkadaşlarına yazdığı mektuplardan bir demet değildir.
Bu kitap aynı zamanda Türkiye’yi uçurumun kenarından canıyla, kanıyla alıp çıkartan idealist bir neslin, demir parmaklıklar arasından ülkesine ve dünyaya nasıl baktığının, hangi fikri kaynaklardan nasıl beslendiğinin ve hangi sevdayla yanıp tutuştuğunun hikâyesidir.
Bu hikâyeyi meydana getiren mektupları okurken ister istemez dünden bugüne bakıyor ve o günlerin bahtsız vakitlerinde bile duyulan müthiş heyecanı, zindanların mahkûm edemediği coşkulu direnişleri ve dirilişi, Kürşat’ça haykırışı, iliklerinize kadar yeniden hissediyorsunuz.
Mesela, “Benim yiğit, imanlı ülkücü kardeşim Şamil,” diye başlayan mektup şöyle bitiyor:
Sizler bugün Anadolu yaylasında başlattığınız ve pek yakın bir gelecekte bütün dünyayı saracak olan kurtuluş ışıklarının müjdecilerisiniz. “Vatanın, ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun!” diyenleriniz gibi daha niceleriniz bu çorak toprakları asil kanları ile sulayacak ama “Haydi yiğit, haydi yiğit, haydi yeni akına. Ülkümüzün, ülkümüzün cihân varsın farkına!” diye haykıran yiğitlerin, şehitlerin mübarek kanlarıyla çizdiği yolu, kutlu hedefi şaşırmayacak; oraya, Kızıl Elma’ya mutlak varacaksınız.
Senin ve bütün genç Bozkurtlarımızın selam ve sevgiyle gözlerinizden öperim kardeşim.
Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!
Evet, ülküsünden bir milim dahi şaşmadan, o kutlu hedefe doğru yürümeye gayret edenler, bu satırları okurken yeniden heyecanlandınız değil mi? Heyecanlanmamak ne mümkün zaten! Lâkin “Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin” diyenlerin ülkesinde, ilkokul çocukları, orta mektep gençleri ne yazık ki andımızı okuyamıyorlar ve “Ne Mutlu Türk’üm diyene” diyemiyorlar, ne yaman bir çelişki değil mi?
Neyse kitaba yeniden dönelim ve mektuplardan bir mektup seçelim. Mesela, Sevgi Kafalı’ya gönderilen bir mektubun girişinden birkaç satır okuyalım:
“Vefa ve şefkat duyguları ile ‘Abla’ hitabına layık ‘Ablamız’a -kabul ederse- kardeşinden hürmet selam ve dualarla…” diye başlayarak devam eden mektupta Efendi Barutçu, Sevgi Kafalı’ya neden “Abla” diye seslendiğini açıklar:
“Abla hitabım için bağışlarsınız umarım. Bunu rastgele bir başlık olarak yazmadım inanın. Geçen sene hastanede iken Yeni Düşünce’de rahmetli “Bleda Aybars Tekin”in şehadet yıl dönümü münasebetiyle şehidimize ithafen yazdığınız “Ablasından Bleda’ya” yazınız o kadar samimi, sıcak, ablalık duygularıyla doluydu ki şefkatinizin âdeta satırlara, kelimelere sindiğini hissettim. Şehidimize gıpta ettim. İşte o yazınız bana “Abla” demek cesaretini verdi…”
İşte, 24 yaşında girdiği cezaevinden 34 yaşında tahliye olan; taş duvarların, demir parmaklıkların arasında sevgiye, sıcaklığa hasret kalan bir dava adamın samimi duyguları, işte “Efendi”liğe layık olmaya çalışan Efendi Barutçu’nun Mahbesten Mektuplar’ı…
Mahbesten Mektuplar‘da 80 mektup yer alıyor. Mektupların bazılarında tanıdık isimler var. Muharrem Şemsek, Doç. Dr. Selçuk Özdağ, Lütfü Şehsuvaroğlu, Sevgi Kafalı, Ali Akbaş, Sadi Somuncuoğlu, Mehmet Şevket Eygi, Seyyid Ahmet Arvasi, Ali Güngör ve Dr. Ahmet Tevfik Ozan gibi…
Yarına emin adımlarla yürümek ve bir iman tazelemek için okuyalım dostlar…