Gülen Hareketi/Fetullahçı Terör Örgütü (Fetö)/Türkiye’nin yakın tarihinde karşılaştığı en büyük tehdit unsuru. Bu yapı başı sonu belli olmayan, ülkede hemen hemen dokunmadığı insan bırakmayan, gizli ajandası kimse tarafından bilinmeyen, intisabı kuvvetli tüm mensupları emir aldıklarında kamikaze saldırısı düzenleyecek seviyede olan, çoğu birbirini tanımayan ya da gerçek ismiyle tanımayan, büyük kısmı kod adı kullanan, dini görünümlü, hücre yapılı, istihbarat temelli ve operasyonel kabiliyeti birçok alanı kapsayan, sarmal yapıya sahip bununla birlikte toplumun birçok kesiminden kişiyi içinde barındıran veya mensuplarını toplumun neredeyse her katmanına yerleştiren bir sızma hareketi. Bu tanımlama daha da uzatılabilir. Üniversite, lise, ortaokul okuyan herkesin bir şekilde karşılaştığı, birbirinden farklı birçok görüşten birçok insanın en az bir defa evlerine uğradığı bir yapı. Bugün kimin onlardan olduğu kiminse gerçek anlamda onlara karşı olduğunu kestirmek oldukça zor. Bunun birçok sebebi var: 

HERKESE DOKUNDULAR

Fetullahçı yapı, genelde Müslümanlık özelde ise bir noktaya kadar Nurculuk kisvesi altında kendini toplumun içine yedirdi. Hareketin lideri bir vaizdi. ‘Etkili’ bir üslupla vaazlar veriyor, sahabe hayatlarından kesitler anlatıyor, Müslümanların duygularını galeyana getirip kendine has bir sohbet ortamı oluşturuyordu. Dikkatle bakıldığında iyi kurgulanmış metinler olduğu anlaşılan ve hepsinin aslında bir alt metin barındırdığı ortaya çıkan sohbetlerdeki konuşmalar, toplumun birçok katmanına ulaştırıldı. Bu ulaştırma çalışmaları çok yönlüydü. Bunun için kullanılan metodlardan birkaçına değinecek olursak; ilk olarak henüz bilgisayar çağının yaygınlaşmadığı dönemlerde bu yapının evine gidip gelen öğrencilerden parlak olanlarına seyyar kaset çalarlar/walkman hediye edilir ve Gülen’in vaaz kasetleri verilirdi. Öğrenciler daha sonra bu vaazlardan sınava tabi tutulur ve ödüllendirilirlerdi. Her ilde bulunan yerel kanallardan biri ya da bir kaçı günün belli saatlerinde Gülen’in sohbet görüntülerinden oluşan kolajları yayınlardı. Bilgisayar çağının yaygınlaşmasıyla birlikte bu sohbet görüntüleri youtube gibi video paylaşım platformlarında yaygınlaştırıldı. Genelde altına fon müziği döşenerek paylaşılan bu videolar ilk bakışta amatör ve bağımsız çalışmalar olarak görünse de daha sonra hepsinin tek elden çıkmış bir kurgunun bağımlı parçaları olduğu belirginleşiyor. Bu çalışmalar Gülen’in toplum içerisine doğal gibi görünen kanallar vasıtasıyla nüfuz etmesinin önünü açtı. Dikkat edilirse bu bahs edilen çalışmaların bu şekli Gülen’in hamisi olduğu televizyon kanalları gibi platformlarda yayınlanmadı. Gülen hareketi bu yöntemleri uzun yıllar kullanarak toplumda temas etmedikleri neredeyse bir insan bile bırakmadılar. 

MEMURİYETE GİDEN YOL GÜLENCİLERİN EVİNDEN GEÇTİ

Gülenciler, toplumu dört koldan sarma çalışmalarını her alanda sürdürdüler ve neredeyse onların olmadığı hava sahası bırakmadılar. Toplumlarda varlığı en çok hissedilen unsurların başında devlet gelir. Buraya nüfuz eden her yere nüfuz eder. Gülencilerin bu noktayı atlamaları beklenemezdi. Devlete sızmaya çok uzun yıllar öncesinden başlamışlardı. Neredeyse kırk yılı aşkın bir sızma hareketinden bahs ediyoruz. Her kabın bir doygunluk bir de doluluk oranı vardır. Devlet kadrolarını bir kap olarak ele alırsak, Fetullahçı hareket bu kabı bütünüyle dolduramasa da doygunluk oranını yıllar önce geçmişti. Doygunluk oranını geçmeleriyle birlikte bu kadrolardaki belirginlikleri ortaya çıktı bu da son on beş yıl içerisinde bir yerlerde oldu. Bu belirginliğin ortaya çıkmasıyla birlikte bir durum belirdi karşımızda, hatta bir kavram. Devlet memurlarının tanıdık olduğu bir terim ‘bizden mi?’ Fetullahçıların birçok devlet kadrosunda çoğunluğu ele geçirdiklerini farkettikten sonra çekinmeden kullanabildikleri o pervasız soru kalıbı: Bizden mi? Bu sorunun da altında aslında bu yapının hücre yapılanması olduğu gerçeği yatıyor. Çünkü onlar da kimin kendilerinden olduğunu bilmiyorlar. Çünkü gizlilik esas. Her güçlenme beraberinde bir zehirlenmeyi getiriyordu, burada da öyle oldu ve Fetullahçılar devlet kadrolarına adam yerleştirme işini artık insanların gözüne soka soka yapıyorlardı. Siyasi iktidarın da sonradan kabullendiği en büyük hatası hatta günahı buydu. Memuriyete giden yolu Fetullahçıların evinden geçirmek!

BÜTÜN BİR TOPLUM ŞÜPHELİ OLDU

Bugün kimin onlardan olduğunu, kimin onlara karşı olduğunu kestirmek oldukça zor. Toplumda neredeyse değmedikleri insan kalmadı. Birçok üniversite öğrencisi, büyük oranda maddi sebeplerle ve özellikle üniversite birinci sınıfta bu grubun evlerinde kalmıştır, büyük kısmı da nefret ederek ayrılmıştır. Ben bir dönem bu yapının bu yönünü hayretle karşılardım. Hem bu kadar insanı kendilerinden nefret ettirmeyi beceriyorlar hem de bu nefreti ortadan kaldırmak için herhangi bir çaba sarfetmiyorlardı. Bunun nedeni şimdi daha iyi anlaşılıyor ki; bu grup böyle bir gün geldiğinde tüm topluma bir şekilde değmiş olmak hasebiyle kendi mensuplarını toplumun diğer fertleri arasına gizlemeyi hedeflemiş. Şimdi geçmişine bakan herkes bunlara bir şekilde temas ettiğini görecektir. 

TOPLUMUN MAĞDURİYETLERİNE GİZLENDİLER

Fetullahçı yapının mahir olduğu şeylerden biri de mağduriyetleri kendi çıkarları yolunda devşirebilmeleriydi. Buna en bariz örneklerden  biri 28 Şubat sonrasında ortaya çıkan ‘Müslüman düşmanı devlet’ uygulamalarının ortaya çıkardığı mağduriyetlerdir. Bu süreç beraberinde daha önceden de var olan, namaz kılanların ordudan atılması, hatta daha başlangıcında orduya alınmaması uygulamasını katılaştırmış, imam hatip okuyanların üniversite sınavlarında önünü kesmiş ve başörtülü kızların üniversite kapısından içeriye sokulmaması zulmünü yurt sathına yaymıştı. Fetullahçı yapı bu mağduriyetleri kendine devşirme konusunda mahir bir çalışma yürüttü. Oysa bu durum Fetullahçıların devlet içerisinde yapmak istediği hiçbirşeyin önünü kesmemişti. Zira; üniversite öğrencisi olan genç kız müntesiplerine başlarını açması için fetva vermişti, askeriyeye yerleştirdiği müntesiplerinin ima yoluyla namaz kılmalarına, içki içmelerine, eşlerinin karışık havuzlarda bikini ile dolaşmalarına izin ve fetva vermişti. Yani, seküler dayatmacılık onları mağdur etmemiş aksine, bu dayatmalarla devlet kadrolarında bulunan normal Müslümanlar tasfiye edilmiş ve Fetullahçı yapı tekleştirilerek güçlendirilmişti. 28 Şubat sürecini böylelikle çift taraflı kazanç olarak kendilerine devşirmeyi iyi bildiler. Bu sürecin daha ileri boyutlusunu ise Ergenekon ve Balyoz davaları süreçlerinde gerçekleştirdiler. Toplumun ve siyasi iktidarın, darbelerle ve askeri kadrolara yerleşmiş ‘cunta zihniyetiyle’ hesaplaşmasını kullanarak, ordu içerisindeki en güçlü rakiplerinin de tasfiyesini gerçekleştirerek kendi müntesiplerinin ordunun her birimine yayılmasının önünü açmış oldular. 

HUKUK SİSTEMİNE SIZDILAR, SİSTEMİ TIKADILAR, GERİYE KAOS BIRAKTILAR

Devlet kadrolarına giden yol Fetullahçıların evinden geçiyordu dedik. Devleti ayakta tutan en önemli olgulardan biri de topluma kendini güvende hissettirecek olan adaleti sağlama yetisidir. Toplum, adaleti sağlaması için devleti kendi adına vekil tayin etmişti. Devlet aygıtı, bunu siyasi iktidar veya herhangi bir erkten bağımsız olması ön görülen mahkemeler yoluyla sağlar. Bu mahkemelerde hükmedecek hakimlerse, önlerindeki kanun ve aldıkları eğitimle ilintili olarak gelişen adalet anlayışları ışığında karar vermekle mükellef tutulurlar. Karşılarındaki kişinin diğer bütün sıfatları mahkeme salonu dışında bırakılır ve dava konusu olan şeyle yargılanması ön görülür. Bu hassas zincirin herhangi bir yerine bir müdahale olursa, verilen kararlar şaibeli hale gelir. Hakimlerin, adalet olgusunu, her kimliklerinin önünde tutmaları beklenir. Mevcut durumda ise tam bir kaos hakim çünkü, yargıdaki kadrolara yerleşen Fetullahçı yapı müntesipleri, her kavramın önünde -ki buna adalet kavramı da dahil, bu yapıya bağlılıklarını tutuyorlar. Bu da verdikleri tüm kararları şaibeli hale getiriyor. Bir de bu yapının dokunmadığı kimsenin kalmadığını hesaba katarsak, yapının tüm müntesipleri temizlenmiş bile olsa, ülkedeki hukuk sistemi bir kaosun, bir sulandırılmışlığın içinde kalır. Bugün olan da budur. 

KENDİLERİNİ DİĞER İNSANLARDAN ÜSTÜN GÖRÜRLER

Fetullahçı yapının bir diğer özelliği ise yapı mensuplarının kendilerini diğer insanlardan üstün görmeleridir. Bu üstün görme meselesi basit böbürlenme gibi algılanmamalı. Bu zihni alt yapısı uzun yıllar oluşturulan ve sürekli işlenen bir ‘seçilmişler’ algısı sonucu oluşan üstün görme halidir. Bu halin sonuçlarından öne çıkanlarından bir tanesi, onları konuşarak ikna edememektir. Ya da yaptıklarının yanlış olduğuna onları inandıramamaktır. Çünkü aldıkları eğitim sonucunda, kendilerini seçilmiş topluluk, liderlerini hatasız kişi, diğer insanları ise bundan habersiz kalabalık yığınları olarak görürler. Bu da şunu doğurur, siz ne söylerseniz söyleyin, söylediğiniz onlar için tartmaya ve fikir olarak değerlendirmeye layık değildir. Çünkü sizin söylediğiniz aşağıdan yükselen bir sestir ve dikkate almaya değer değildir. Sizi dinler gibi yaparlar fikrinizi kabullenmiş gibi de yaparlar ama zihinlerinin iç çeperi size ve fikirlerinize hep kapalıdır. O yüzden de bu yapının herhangi bir müntesibi kendi iç sorgulamasını yapıp durumdan pişman olmadıysa, onu konuşarak yaptığı yanlışa pişman edemezsiniz. Bu da Fetullahçı yapının ezoterik yönünü öne çıkarıyor. Kendi aralarında konuştukları şeyler vardır bunlar sır niteliği taşır, bu sırları kendi gerçekleri olarak kabul ederler ve ehil olmayanlara bunu duyurmazlar. Bu sırlardan en önemlisi Fetullah Gülen’i konumlandırdıkları yerdir. 1980’li yıllara kadar, iç çemberlerindeki kişiler Gülen’i Mesih olarak kabul ediyor ve kendilerine yakın gördüklerine bunu kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Daha sonra Mehdi olarak gösterdiler ve böyle kabul ettirmeye çalıştılar. Bazı gruplar Cahcah Kahtani olduğu iddiasını dile getirmişlerdi. Son yıllarda sıkça kullanılan ‘Kainat İmamı’ yakıştırması da oldukça cüretkar bir atıf. Yani, Fetullahçılar Gülen’i Türkiye üstü, İslam alemi üstü bir varlık yerinde konumlandırıyorlar. Bu da Gülen’in yaptıklarının sorgulanmasının önünü kesiyor. Kendileri seçilmiş, Gülen de liderleri olunca diğer insanların fikirleri onların dünyalarında fikir kıymeti görmüyor.