Mevsim bahar… Tabiat uyanmış, taşın toprağın, börtü böceğin neşesi yerinde. Dereler çağlıyor, denizler dalgalanıyor velhasıl canlı cansız bütün varlılıklar var olmanın mutluluğunu yaşıyor. Bir tek insanoğlunda hüzün, korku ve çaresizlik…
Evde kal, çıkma dışarı!
Önüne çıkan bütün engelleri, ölüm hariç ortadan kaldırmayı başaran, uzayı keşfeden, başka gezegenlerde hayat arayan, denizin derinliklerinde keyfince dolaşan insanoğlu bugün ancak elektron mikroskobunda görülebilen bir parazit karşısında nasıl da feryat figan etmekte, çaresiz kalmakta anlaşılır gibi değil…
Oysa hepimiz değilsek de birçoğumuz doğrudan şaşmamaya, kul hakkı yememeye, zalimlere yalakalık etmemeye gayret ederiz. Çünkü namuslu yaşamanın, hak ve hakikat peşinde olmanın önemini bilenlerdeniz. Hatta derdi olanlara derman olmanın, biçarelere çare bulmanın her iki dünyamızı da mutlu ve mesut edeceğine inananlardanız. İşte biz bu kadar saf ve temiz duygularla bu hayatta yaşamaya çalışırken şimdi nerden çıktı bu baş belası virüs, bir türlü anlayamıyorum?
Gerçi anlayamamakta da yerden göğe kadar haklıyım. Çünkü aramızda bazıları haktan hukuktan uzaklaşıp Nemrutlaşma yolunda gayret etse de ben henüz insanoğlunun tamamının böyle bir düşünceye bağlandığına inanmıyorum. Çünkü hâlâ içimizde güzel insanların var olduğuna inanıyor, bu yüzden de bu belaya bu sivrisinekten de küçük olan hatta görünmeyen bu belaya layık olmadığımızı düşünüyorum.
Hani Nemrut ile Sivrisineğin hikâyesini bilirsiniz:
Nemrut, tarihlerin şahit olduğu en zâlim bir hükümdardı. Üstelik ilâhlık dâvası da gütmekteydi. Zenginliği, mülkü, serveti onu şımartmış, sonsuz gurura sevk etmişti.
Yüce Allah, bir gün Nemrûd’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için en aciz mahlûklarından sivrisinekleri üstüne gönderir. Sivrisinekler asker ve hayvanların göz, kulak ve burunlarına girerek hepsini helak eder. Nemrûd güç bela kendisini odasına atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır. Topal bir sivrisineğin, “Ya Rabbi! Ben gazaya yetişemedim. Topallığım mani oldu” diyerek yalvarması üzerine, Allah da ona “Seni de Nemrûd’u ortadan kaldırmaya memur ettim, git onu bul ve helak et” diye emir buyurur...
Bu topal sinek, Nemrûd’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrûd’un burnundan girerek beynini kemirmeye başlar...
Nemrûd başının ağrısından kurtulmak için türlü çarelere başvursa da kurtulamaz. Bunun üzerine keçeden yaptırdığı tokmaklarla başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar ızdırabını gideremeyince tahta tokmaklarla vurmalarını emreder. Nemrûd’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrûd “Vur ha vur... Vur ha vur!..” diyerek can verir.
İşte zalim ve kendini beğenmiş Nemrut’un hikâyesi böyle… Asırlar öncesinden günümüze döndüğümüzde bize bu kötülüğü yaşatan taçlandırılmış virüsün çok yakın zamanda iyilerin, doğruların, mertlerin, fedakârların, cesurların sayesinde yerle yeksan olacağını ümit ediyorum.
Ne diyordum mevsim bahar… Tabiat uyanmış, canlı sansız bütün varlıklar kendilerini gösterebilmek için bir büyük telaş içerisinde. Bir tek insanoğlu birbirinden uzaklaşıyor, kaçıyor, gizleniyor… Cebindeki paranın miktarı ne olursa olsun şöyle endişesiz, rahat bir yerlere gidemiyor, lüks lokantalarda ya da salaş bir mekânda karnını doyuramıyor. Belki de bu durum maddi, manevi her şeyi israf eden insanoğlunu yeni bir anlayışa, durulan, sadeleşen bir hayata davet ediyor.
Neyse, unutmadan tekrarlayalım bu bir kamu spotu:
Saat 21’de balkonlardan, pencerelerden sağlıkçılar için alkışlar…
Evde kal, bizimle kal!
Çıkarsan da sosyal mesafeyi aşma!
14 kuraldan şaşma…
Sağlıcakla kalın!