Son dönemlerin en önemli gazetecilik girişimlerinden birisi de Cumhuriyet Gazetesi'nden Utku Çakırözer'in Beşar Esad ile yaptığı röportajdı. İki gündür yayınlanan bu söyleşi Esad açısından da kendisini dünya kamuoyuna anlatmak için bir fırsat oldu. Kuşkusuz kullandığı her cümle planlanmış ve psikolojik bir etki yaratmak için dikkatlice tasarlanmıştı. Bir süre İngiltere'de ve ağabeyinden sonra ise Şam'da veliaht olarak hazırlandığı yıllar boyunca psikolojik savaşı ve iletişim yollarını iyice öğrenmiş olduğu ilk cümleden itibaren anlaşılıyordu.
Röportaj daha yapılmadan önce tartışılmaya başlanmıştı. Uçağımızın düşürülmesinin ardından Türkiye ile gerginleşen ilişkilere rağmen Esad'ın Türk gazetecilerle röportaj yapma konusunda olumlu tavır almış olması, buna karşın bazı gazetecilerin son anda gitmekten vazgeçmesi kamuoyunda ciddi ses getirmişti. Röportaj yayınlandıktan sonra da hem yerel hem de uluslararası medyada ilgi çekti. Başarılı bir gazetecilik ve etkili bir röportajın ardından itirazlarımızı ve röportajın yarattığı yan etkileri ele almak farz oldu. Rejimini muhafaza etmek adına 10.000'den fazla insanı katleden bu barış güvercininin (!) tezlerini ele alalım.
1- 'Koltuğumu düşünseydim füze kalkanına izin verir, ABD'nin dediğini yapardım' söyleminizi pek havalı kabul ediyoruz da, uluslararası platformlarda Rusya'ya dayadığınız sırtınızı, Rus deniz kuvvetlerine tahsis ettiğiniz limanlarınızı, füzelerinizi, saldırı helikopterlerinizi, İran ile paylaştığınız güvenlik doktrinlerinizi nerelere yerleştirelim? Türkiye 60 yıldır NATO ittifakının üyesi olduğunu hiç reddetmedi ki. Buna rağmen ısrarla komşularına yönelik saldırı planlarına karşı çıktı, 1 Mart tezkeresini her türlü baskıya rağmen onaylamadı. Kaldı ki, adı üstünde konuşlandırılan sistem bir füze kalkanı, yani savunma sistemi. Niye rahatsızlık duyuyorsunuz, yoksa saldırma niyetiniz mi vardı? Dünyanın bütün büyük ya da küçük ülkeleri askeri ittifak ilişkileri kurarlar ve gereğini yaparlar. Dünya böylesi bir ateş çemberinin içersisinde iken Türkiye'nin savunma sistemi kurmasını niye düşmanca algıladınız? Biz anlayamadık.
2- Beşar Esad, Türk halkıyla bir probleminin olmadığını ifade etmiş, bu gerçekten çok güzel. Sayın Esad, zaten Türkiye'nin size karşı tavrı da Türk halkıyla değil, kendi halkınızla probleminiz olmasından kaynaklanıyor. Bir yıl içerisinde 10.000'den fazla insanın öldüğü, onbinlerin işkence gördüğü, şehirlerin yakılıp yıkıldığı, binlerce insanın evini barkını bırakıp başka ülkelere göç ettiği bir ülkenin barış güvercini pozisyonundaki lideri olarak özeleştiri yapmanız, başkalarını eleştirmenizden daha kolay olmaz mı? Ha, bu arada şunu da belirtelim. Şehitlerimiz Akdeniz'in derinliklerinde yatarken, Türk halkının da artık sizinle problemi olması kaçınılmaz. Yanlışlıkla vurduğunuzu iddia ettiğiniz o uçak, size karşı hissedilen bir çok olumlu duyguyu da denizin dibine gömmüş durumda.
3- Röportajda Türkiye ile Suriye'nin arasını bozan faktörün mezhepçilik olduğundan da dem vurmuş Beşar Esad. Hem Türkiye kamuoyunun hem de Batı'nın can damarına basmış. Lakin hakkaniyetli olmak lazım. Türkiye'nin Arap baharının başından beri bölgedeki tezi çok açık. Halklarla rejimler karşı karşıya geldiğinde halkların yanında yer alınacak, demokratik seçimlerle iktidara gelenlere saygı gösterilecek. Halk ister Müslüman Kardeşleri öngörsün, ister askeri yönetimi desteklesin isterse Şii iktidara yol açsın. Irak'ta başından beri Allawi'yi desteklemesi buna örnek. Kaldı ki Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da Müslüman Kardeşleri kızdıracak kadar laiklikten bahsettiğini de unutmayalım. Hiç bir Türk yetkilinin bugüne kadar Sünni ya da Şii kelimesini ayrımcı biçimde kullanmadığını da vurgulayalım. Türkiye mezheplerüstü bir anlayışa sahiptir, öyle de kalmak zorundadır. Bu tür tahriklerin Türkiye'nin iç kamuoyunu hareketlendirmek maksadıyla kullanıldığını da anladık, kenara yazdık. Bakalım iç siyaset bunu malzeme yapacak mı?
4- Beşar Esad askeri uçağımızın düşürülme nedenini de hükümetin askeri ilişkileri kesmesine bağlamış. Eğer hala ilişkimiz olsaydı düşürmezdik mealinden bazı şeyler söylemiş bir yandan da. Bu, uçağımızın bilerek ve isteyerek düşürüldüğü anlamına geliyor sanki. Türk ordusu elbette silahını kendi halkına doğrultmuş bir orduyla ittifak ilişkisine girmez, girmemeli de. Kaldı ki, bir ülkenin hükümeti bir başka ülke ile olumsuz diplomatik ilişkiler içerisindeyken, ordusu iyi ilişkiler içerisinde olamaz. Arzu ettiğiniz tür ilişkiler eski günlerdeydi üzgünüz. Devletimizin yarısıyla dövüşüp diğer yarısıyla barışamazsınız. Kaldı ki önce şehitlerimizin hesabını verin sayın Esad.
5- Röportajda önemli bir vurgu da 'Türkiye iç işlerimize müdahale ediyor' cümlesine yapılmış. Bugünün dünyasında hiç bir diktatörün çoluk çocuk demeden insanları öldürüp sonra 'burası benim ülkem'deme hakkı yok. İnsancıl hukukun ihlal edildiği hallerde uluslararası müdahale yapılması hiç de görülmemiş bir şey değil. Kaldı ki Türkiye, sırf Suriye halkı mağdur edilmesin diye sadece söylem düzeyinde eleştiri yapan, eylemsel olarak herhangi bir yaptırımdan kaçınan bir ülke durumunda. Bu durum nereye kadar gider, belli değil. Şunu da belirtmeden geçmeyelim, Suriye'ye, Şer ekseni ilan edildiğinde kucak açan, onu koruyup kollayan bir ülke Türkiye. Bugün bu tavrın değişmesini Türk hükümetine bağlıyor Beşar Esad. Bir de tersinden bakalım konuya, belki de değişen sizsiniz. Ne değişti diye merak ediyorsanız, sokaklarda dolaşmaya çıkın, bakalım yollar sizin için güvenli mi?
(Akşam gazetesinden alınmıştır)