Sokrat, bilge kişiliğiyle açık sözlülüğü birleştiriyordu. En emin olduğunu bile yapmadan önce, “Bildiklerimi yaparsam, doğru yapmış olur muyum. Sen ne dersin?” sorusunu soran, eleştiren, azarlayan bir yanı da vardı.
Sokrat’ın insanlığa vasiyeti olarak bilinen ünlü şu sözleri bugün de geçerlidir:
“Hiçbir şey değillerken, kendilerini bir şey sanırlarsa, ödevlerine boş verip, değerleri yokken kendilerinin bir şey olduklarını sanırlarsa, ben sizleri nasıl azarlayıp, utandırmışsam, sizler de onları öyle azarlayıp, utandırınız.”

 

Her fırsatta yinelerim.

Mevcut Meclis, 2009 genel seçimleri sonrası ortaya çıkan iradeyi yansıtmıyor.

Verilen sözler tutulmadı...

Bazı vekiller partilerinden ayrıldı.

Çok önemli kararların etrafında dolanılıyor...

Bırakın partiler arası ilişkilerin tatminden uzaklığını, siyasi erki elinde tutan UBP cadı kazanı gibi kaynıyor.

Aklı başında herkes ERKEN SEÇİMİN kaçınılmaz olduğu noktasında buluşuyor.

Seçim dönemleri siyasete ilginin daha farklı bir yoğunluk kazandığı dönemlerdir.

Partiler sorgulanır...

Adaylar sorgulanır...

Siyasetin bütünü sorgulanır...

Tabii çok önemli olan sorgulamanın derinliğidir.

Önemli olan sorgulamanın temelinde ne kadar bilgi olduğudur.

***

Tam bunları yazarken aklıma 5 Şubat 2005’te yine bir seçim öncesi yazdığım yazım geldi.

Aradan geçen yedi yıla rağmen baktım ki bugün için de geçerliliğini koruyor.

Hatta bugün için daha da geçerli olduğunu fark ettim.

İşte yedi yıl önce “En tehlikeli insanlar” başlığıyla yazdığım yazım:

***

“Seçimler doğal olarak insanların siyasi duyarlılığını artırdı. Çok daha hareketli seçim dönemleri anımsıyoruz.
Bu kez de yavaş yavaş siyasi tansiyon yükselecek.
Günlük iletişim trafiğim içinde olabildiğince çok insanın siyasilere yönelik, siyasetle ilgili tepkisini öğrenmeye çalışırım.
* * *
Yirmi beş otuz yaşlarında bir gençle konuşuyorum.
Evli, henüz çocuğu yok. Kirada oturuyor. Yıllar önce babasını yitirmiş. Anneleri onlara hem analık hem babalık yapmış. Kolay olmamış ayakta durabilmeleri. Kimseden hiç bir destek görmemişler. Tam tersi üç kuruş sosyal yardım parası da bir gerekçeyle kesilmiş.
Şu an kadar ki oy istikametini soruyorum. Açık yüreklilikle anlatıyor. ‘Seçmen yaşına ulaştıktan sonra üç defa oy kullanma hakkım oldu. Birincisinde bilerek sandığa gitmedim. Öteki ikisinde ise gittim ama bilerek geçersiz olacak şekilde oy kullandım. Hiç bir siyasetçiye güvenmiyorum. Güvenmediğim için de haklı çıktığıma inanıyorum.’


* * *

Ülkemizin önde gelen bir işadamı ile sohbet ediyorum. Bizim ölçeklerimizde büyük sayılacak bir şirketin tepesindeki birkaç isimden biri.
Geleneksel siyasal tercihlerine rağmen Kıbrıs’ta barışı ve çözümü gözü kapalı değil bilinçli olarak savunanlardan.
Değişimin yarım kaldığına inananlardan. Siyasi kadrolara güvenmiyor. Uzun yıllar denenip umutsuz vakaya dönüşenleri yeniden düşünmüyor. Ancak toplumun tepkisinden siyasi yarar elde edenlere yönelik güveni de kuşkulu. Temkinli duruyor.
Partilerin propagandalarında dile getirdiklerini anımsatıp nasıl değerlendirdiğini soruyorum. Yüzüne çok manalı bir gülümseme geliyor ve ardından ekliyor: ‘Bu ülkenin geleceğini şekillendirmeye talip olanların halkın önüne daha ciddi ve en önemlisi somut projelerle çıkmaları gerekiyordu. Sloganlar esas olamaz. Biz de esas olması gerek somut hedefler olmadığı için sloganlarla oy elde edilmeye çalışılıyor.’
Söylemiyor ama vücut dilinden okuyorum, ‘Bunu yapanlar halka saygısızlık yapıyor aslında.’


* * *

Seçmenin yüzde yetmiş beşin üzerinde bir bölümü sandığa gidecek ve oyunu kullanacak. Sonuçta Meclis’in elli milletvekili belirlenecek.
Ancak şurası çok açıktır ki halkın çok büyük bir kesiminin siyasetçiye, özellikle politikayı meslek edinenlere güveni yok denecek kadar azdır.
Bu gruptaki politikacıların tümüne yakınının doluluğu içi dolu denilen pasta kadar bile değildir.

Bunlar eleştirel düşünen insanlar değil. En şiddetli eleştirileri yaptıklarını sanırlar ama aslında yaptıklarının hiç bir derinliği yoktur. Derinliği olmasını da istemezler. İstedikleri o an için akılda kalması ve kısa sürede unutulması. Unutulmalı ki gün gele anımsatılmasın. Halk diliyle bunlar ‘kandırıkçıdır’.
Sokrat, bu gruba girenleri ta Antik Yunan döneminde çok iyi tanıyıp, uğraşılması en zor insanlar olarak görüp, ‘kendi kendilerini kandırıp sonra da başkalarını kandırmaya çalışırlar’ diye anlatırdı.

Sokrat, bilge kişiliğiyle açık sözlülüğü birleştiriyordu. En emin olduğunu bile yapmadan önce, ‘Bildiklerimi yaparsam, doğru yapmış olur muyum. Sen ne dersin?’ sorusunu soran, eleştiren, azarlayan bir yanı da vardı.
Sokrat’ın insanlığa vasiyeti olarak bilinen ünlü şu sözleri bugün de geçerlidir:
‘Hiçbir şey değillerken, kendilerini bir şey sanırlarsa, ödevlerine boş verip, değerleri yokken kendilerinin bir şey olduklarını sanırlarsa, ben sizleri nasıl azarlayıp, utandırmışsam, sizler de onları öyle azarlayıp, utandırınız.’


* * *

Genelleme yapmaktan hep kaçınırım. Ancak bizde çapsız siyasetçiler ‘öcü’ politikasıyla, başka partileri karalayarak kendine siyasi gelecek bulmaya çalışır.
Halk bunun farkında olduğu, bu tipleri sorguladığı oranda siyaset dünyamızda temizlik operasyonuna katkı koyacak.”


Günün sözü:
Gölgesi kendinden ağır olanlardan sakının.

(Havadis gazetesinden alınmıştır)