Fantastik kurguyu anlatırken, kelimeleri birbirine vurarak harflerin büyülü seslerini duyurmanın onlarca yolu var. Tıpkı uzayın sonsuzluğa uzanan sihirli dokusunda ki alizarin, burgonya, menekşe, safran, zümrüt, kehribar ve binlerce rengin sessizce süzülerek simsiyah bir hiçliği şereflendirmeleri gibi…
İnsanoğlu varoluşundan bu yana gizemi ve açıklanamayan mistik olayları hep merak etmiş, izini sürmüştür. Yazılı anlatıma geçmeden önce bile dilden dile anlatılan efsaneler türetmiştir. Kimileri gerçek-belki biraz da süslenerek-kimileri de tamamen yöre halkının kültürel ve coğrafi yaşamlarından esinlenerek özellikle savaş, kahramanlık ve canavarlar hakkında anlatılan efsanelerdi.
Geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe devam edecek bu tür, insanın zaten yaratılıştaki gizemli macerasına bir nevi parmak basıyor. Evren, insanoğlu, yaşam, gezegenler ve tüm canlılar birer fantastik kurgu karakterleri ve hikayeyi besleyen arka planlar gibi sapasağlam hayatın tam ortasındalar. O maceradan bu drama, geçmişteki komedyadan gelecekteki bilim-kurguya doğru akışkanlığını yitirmeden nefes alıp veren Tardigrad’lar gibi daima karşımıza çıkmaktalar.
Bazen bir yazarın bir kalemi parmaklarının arasında nasıl tuttuğunu görmek için çok çaba sarf edersiniz. Bazen bu, hikayenin önüne de geçebilir. Bir yerden sonra pes edersiniz ve satırlar arasında boğulmaktan son anda kurtarırsınız kendinizi. Bazı kitaplar insanı yorar. Henüz ikinci bölümdeyken kamyon çarpmışa dönersiniz. Bu adrenalin ya da hormon yükselişinden kaynaklanmaz, sadece yorar. Sert bir kahve içmeden kendinize gelemezsiniz. Kitabı bir an önce yok etmeye çalışırken ayracı hangi sayfaya koyduğunuz umurunuzda bile olmaz.
Ama daha ilk satırda sizi büyüleyerek kucaklayan kitaplar da vardır.
Mesela bir tanesi şöyle başlar: Büyüden neredeyse hiç söz etmezdi ve ettiğinde de hiç kimse onu dinlemeye katlanamazdı. İngiltere’ye iki büyücü gelecek, ilki benden korkacak, ikincisi beni görme özlemiyle yanacak, ilkini hırsızlar ve katiller yönetecek, ikincisi kendi yıkımında suç ortağı olacak. İlki kalbini karanlık bir ormanda karlar altına gömecek ama yine de sızladığını hissedecek. İkincisi en değerli varlığını düşmanının elinde görecek. İlki hayatını yalnız geçirecek, kendi kendisinin gardiyanı olacak. İkincisi ıssız yollarda yürüyecek, başında fırtına yüksek bir tepede karanlık bir kule arayacak. (Jonathan Strange and Mr. Norrel)
Bir diğeri ise şöyle der: Sarsılsın kemikleri taşların üstünde. Ne de olsa o bir dilenci, ait olmayan hiç kimseye. Karanlıkta bir el bir bıçak tutuyordu. Bıçağın sapı parlak, siyah kemiktendi. Çeliğiyse bir usturadan daha ince ve keskindi. Sizi dilim etseydi, o an kesildiğinizi hissetmezdiniz bile! (N. Gaiman – Mezarlık Kitabı)
Ve sonuncusu böyle bitirir: Hiçlik Kenti’nin karanlık saati, varoluşundan beri hapsolduğu topraklardan kurtulma vaktinin geldiğini gösteriyordu. Heybetli gölgesinin her bir parçası yeniden vücut bulmuşçasına kıvrılarak kendini çatlamış toprağa bıraktı. Kuru toprağın iri çatlakları arasından yukarı dünyaya sızmaya çalışan karanlık ruhlara çarptı. Soğukkanlı huysuz rüzgâr yüzüne çarparken, irkilen ruhuna dikenler saplanıyordu. Hissettiği acı, buruk bir hevese karışıp içindeki kasveti alevlendirdi. Siyahla karanlık birbirinden farklı mıydı yoksa onları birbirine düşman edenler, Azaplılar’ın intikam gecelerinde yolladıkları karabasanlar mıydı? Bazı günahlar cehennem kuyruğunda beklerken, bazıları dünyada yanmaya mahkûmdu. (Emel Kosi – The Legend Of London)
Bir fantastik kurgu yazarı olarak ben de tüm edebi türleri okumanın ruhsal açıdan ne denli geliştirici olduğunu her okuruma vurgulamaktayım elbette. Kaliteli bir fantastik kurgu romanının sizi bir süreliğine hiç bilmediğiniz hiç var olmamış ülkelere tatile götüreceğini, aklınızdan bile geçmeyecek karakterlerle birlikte sürükleneceğiniz düşsel bir yolculuğa çıkaracağını da göz ardı etmeyin. Yazarın büyülü dünyasına giriş yaptığınızda kendinizi ona bırakın. Yazar, bu kusursuz yolculukta sizi koruyacaktır.