Michael Ledeen\'in \'Çin, devlet taklidi yapan bir uygarlıktır\' sözünü ilk duyduğumda fazla bir anlam verememiştim. Sahip olduğu ekonomik ve askeri güçle beslenen dünyanın en önemli siyasal aktörlerinden birinin hala bir devlet olamadığını söylemek bana göre fazla iddialı bir ifadeydi. Lakin \'Çin bir devletten çok daha fazlasıdır, devletsel sınırları aşan büyük bir uygarlıktır\' denmesini ise çok anlamlı bulduğumu söyelemeliyim.
Başbakan Erdoğan ve heyetiyle birlikte gerçekleştirdiğimiz Çin seyahatinde edindiğim ilk izlenim geleneğin ve devletin gücünün birbirini beslemesi halinde ortaya çıkan müthiş karışımın zaptedilemezliği oldu. Çin\'in büyüklüğünün gerisinde sadece coğrafya, nüfus ya da ekonomi yoktu. Kadim geleneklerin, tarihi tecrübelerin ve ortak ruh hallerinin, modern teknoloji, fiziksel kapasite ve kaba güç ile harmanlanmış bir bileşimi vardı. Bu sihirli bir karışımdı ve tüm zamanları bir araya getirmeyi başarıyordu. Çin uygarlığı binlerce yılın, modern Çin devleti ise son yüzyılın bir ürünüydü.
Heyetin ilk ziyaret noktası olan Urumçi\'de bulunmak, hepimiz açısından Çin\'deki son model şehirleri görmekten daha özel bir deneyimdi. Açıkçası beklediğimden çok daha fazla gelişmiş bir şehirle karşılaştım. Çin\'in Batı\'ya açılan kapılarından birisi olması ve demiryollarının geçiş güzergahı üzerinde bulunması dolayısıyla şehre ciddi yatırımlar yapılmıştı. Yüksek binalar, geniş caddeler ve büyük markaların yer aldığı alışveriş mekanları göz alıcıydı.
Urumçi\'de özellikle Uygur Türkleri üzerindeki baskı ve gerilim hissetmek ise çok zor değildi. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanımızın ziyaretinin ardından çıkan olaylar herkesin hala hatırında olsa gerek, Başbakanımızın ziyaret ettiği yerlerde çok ciddi önlemler alınmıştı. Buna karşın konvoy Uygurların yoğun yaşadığı bölgelerden geçerken yol kenarında biriken insanlardan kopan alkış ve sevgi gösterileri kayda değerdi. Günün sürprizi ise akşam gittiğimiz restoranda kocaman bir ekrandan Kral TV\'nin izleniyor olmasıydı. Ardından sahneye çıkan gençlerin ülkemizden binlerce kilometre ötede bizlere Türkçe şarkılar dinlemenin keyfini yaşatması ve Uygur Türkçesiyle karışık \'yıldızların altında\' şarkısını söylemeleri ise ayrı bir hoşluktu.
Doğu Türkistan ya da namı diğer Xingyang bölgesinde Uygur Türklerinin nüfus anlamında giderek azalması pek de engellenebilir gibi görünmüyor. Buradaki sistematik \'Han soyu yayılması\', bölgenin stratejik hüvviyetinden de kaynaklanıyor. Yıllardır etnik siyasi gerilim altında yaşayan bölgede 1959 yılında 40 milyon olan Türk nüfusun baskılar ve doğum kontrolleriyle 20 milyonun altına düşürüldüğü söyleniyor. Sadece Urumçi\'de bile durum net olarak gözlenebiliyor. Bugün gelinen noktada şehirdeki 2.5 milyon nüfusun yaklaşık 1.7 milyonu Han soyundan geliyor. Uygurların nüfusu ise birkaç yüz bini geçmiyor.
Urumçi\'nin ardından heyetin Beijing ve Shanghai\'deki temasları ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesi konusunda her iki ülkenin de ne kadar istekli olduğunun bir kanıtıydı. Karşılıklı milyarlarca dolarlık işbağlantıları yapıldı. İki devletin siyaseten olumlu seyreden ilişkileri, işadamları açısından da önemli fırsatlar yaratıyordu. Nitekim küresel ekonominin tüm dünyada \'yeni normal\' olarak tanımlanan işleyişi de böyle olacaktı. Devlet mekanizmaları ekonomik sahayı siyasi engebelerden temizleyecek, iş dünyası ise o temizlenmiş alanda devletin siyasi gücüne de katkıda bulunacak şekilde iş görecekti. Yeni normal, ekonomik aktörlere devletten devlete çizilen hatların içerisinde kalma mecburiyetini getiriyordu.
Buna mukabil Çin ile Türkiye\'nin ikili ilişkileri bana sadece devletten devlete intibaını vermiyor. Aksine iki \'devlet/uygarlık\' harmanının karışımından söz ettiğimizi düşünüyorum. Dünyada \'Civili-nation\' kavramıyla tanımladığım bu siyasi yapıya uygun durumda fazla devlet yok. Lakin iki devlet masaya oturduğunda tam bir \'uygarlıklar arası diyalog ortamının\' doğduğunu da söyleyebiliriz.
AKŞAM

