Çeşme başında kavga başladı. Neymiş, Türkiye suyu verdikten sonra karışamazmış, Kıbrıs Türkü bunu pekala yönetebilirmiş, su verdi diye söz hakkı onda olamazmış, Türkiye suyun geçtiği topraklarda hak iddia ediyormuş vs, vs…
Kıbrıslıyla- Türkiyeliyi gırtlak gırtlağa getirecek denli ağır sözler, kavgada bile söylenmeyecek aşağılamalar gırla gidiyor.
Herkes eteğindeki taşları döküyor kendine yakışan kelimelerle.
Su üzerinden içini boşaltıyor, öfkesini kusuyor.
“Ekolojik dengeyi bozacak” söylemlerinin bilimsel bir temeli olmadığı anlaşılınca da “ben yöneteceğim” sesleri yükseldi koro halinde. Hatta daha da ileri gidilerek, “ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın kara yüzü” deyişi Türkiye’ye uyarlanarak dillendirilmeye başladı.
Bir takım tarih bilmezler ise “biz mi istedik” dedi utanmadan.
Gerek yokmuş suya, 40 yıldır Türkiye’nin suyuyla mı yıkanırlarmış!
Şimdi gerek var mı, yok mu bir bakalım;
Adanın su ihtiyacının hemen hemen tamamı yeraltı su kaynaklarından karşılanıyor. Çöp alanlarının su kaynaklarına yakın yerlerde bulunması, içme suyunun yeraltı sularına karışması, yağmuru tutacak barajların bulunmaması gibi nedenlerden dolayı Kıbrıs’ta su kalitesi düştüğü gibi, hâlihazırda sınırlı olan su potansiyeli de her geçen gün azalmış vaziyette. Türkiye Hükümetleri, bugüne kadar KKTC’nin su ihtiyacını karşılamak maksadıyla balonla su taşıma gibi birçok proje geliştirdiyse de adanın su probleminin uzun vadeli bir çözüme kavuşturulması için en doğru yol Türkiye’den KKTC’ye su aktarılması oldu.
Türkiye ile İrsen Küçük Hükümeti döneminde imzalanan ve Ocak 2012’de TBMM’de, Şubat 2012’de de Cumhuriyet Meclisi’nde onaylanarak yasalaşan 8 maddelik çerçeve anlaşmasıyla suyun işletim hakkının özel şirket tarafından sağlanacağı karara bağlandı. Yani kimse kimsenin gırtlağına çökmedi suyu illaki biz yöneteceğiz diye.
Su projesi son hızla yürürken gıkları çıkmayanlar, son anda rant kapısı görmüş olacaklar ki, “biz işleteceğiz” diyorlar.
Eğri oturup doğru konuşalım; Türkiye hazır suyu getirecek, borularını döşeyecek, sana ulaştıracak bundan daha güzel bir şey olabilir mi Allahaşkına? Zahmetsizce eve su gelmesi niye batar birilerine? Toprakların değer kazanması kimi rahatsız eder? Turizmin gelişmesi?
Soruyu açıkça soruyorum; Niçin hazır suyu alıp kullanmak yerine, zahmete girmek istiyorsunuz?
Biraz ileri gidiyorum; Yaptıklarınız, yapacaklarınızın teminatıyken, KTHY’yi biz işleteceğiz diye canınızı yedikten sonra -dünyanın en pahalı bilet satan havayolunu- elbirliğiyle batırma becerisini gösterip tarihe geçmişken, KIB-TEK gibi, şu parası, bu parası adı altında vatandaşa elektrik şokları yaşatan bir örneğiniz varken, (belediyeler için) mahiyetinizdeki çalışanları dışarı yollamakta sıkıntı çekerken, vatandaşa elzem hizmetleri dahi götürmekte zorlanırken, özetle elinizi attığınızı kurutmuşken, başınıza angarya almak istemenizin altında sebep ararsam komplo teorisi mi üretmiş olurum sizce?
KIB-TEK yetmedi, bir de SU-TEK mi gelsin başımıza? Kimse lafı eveleyip gevelemesin. Suyun belediyelere güzel bir kaynak olacağını düşünüyorsunuz ama artık bu halk haksız faturalar ödemek istemiyor. Suyu daha ucuza kullanmak, tarlalarını yeşertmek, ekonomik olarak güç kazanmak istiyor. (Şayet su bugünkünden daha pahalı olursa o zaman hep beraber dökülelim sokaklara.)
Ha; suyu istemeyen bir gurup daha var. Onların derdi işletmeden değil, suyun Kıbrıs Türkünün elini güçlendirmesi korkusundan. “Ne olursa olsun, illaki çözüm olsun” ekolünün temsilcilerine göre suyun gelmesi demek, Kıbrıs Türkünün masada dik durması, birçok pazarlığa oturabilmesi demek. Tabi o zaman da Rumların her dediğine “evet” demek yerine, mütekabiliyet çerçevesinde “bir adım ben, bir adım sen”li müzakerelere geçilecek. Yazık ki Kıbrıs Türkü içindeki, Türkiye’yi düşman gibi gören bir kesim, yukarıdaki sebeplerden ötürü suyun kendilerine sağlayacağı avantajı istemiyor, son yüzyıl içinde dünyadaki savaşlarının minvalinin su olacağını bildiği halde…
Böyle bir nimete “bela” diyen zihniyete kibarca “el- insaf” diyorum. Aşağı yukarı 1.6 milyar liraya mal olan proje çerçevesinde KKTC, 50 yıl boyunca susuzluk çekmeyecekse sorarım; Hangi siyasi hesap bundan daha önemli olabilir? Ve Rumların “Kıbrıs sorunu birkaç yıl içinde mutlaka çözülmeli, yoksa suya kavuşan Türkler bizi ezip geçecek” şeklindeki çekincesinin aynısının bizdeki “birtakım cenah” tarafından farklı bahanelerle ortaya konmasının nedeni nedir?