Stockholm’de 23 Ağustos 1973 günü bir soygun oldu.
Soyguncu, bir bankayı silahla bastı içerdekileri rehin aldı.
Polis hemen binayı kuşattı.
Buraya kadar her şey “normal”di.
Ancak kuşatma 5 güne uzayıp polis de korsan da taviz vermeyince rehinelerde huzursuzluk başgösterdi.
Halk, soyguncuyu sevmeye, polise tepki vermeye başladı.
Sonunda kriz, polis baskınıyla çözüldü ama yaşananlar, psikolojiye bir terim kazandırdı:
“Stockholm Sendromu.”
Yani rehinenin rehin alana, kurbanın avcıya, mahkzmun celladına âşık olma hali...
* * *
Dün bir kısım muhabir ve köşe yazarının, Ak Parti İstanbul Kongresi’nde konuşan Başbakan’la ilgili yazdıklarını okuyunca Stockholm Sendromu’na yakalandıklarını düşündüm.
Tek sesli-tek şefli gösteride Erdoğan her zamanki agresif üslubuyla köşe yazarlarını fırçalarken dedi ki:
“Daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı azarlıyordu. Karşılarında hazırola geçip aldığınız emir doğrultusunda yazı yazıyordunuz. Sizi tasmalarınızdan biz kurtardık.”
Bu ağır itham karşısında ne beklersiniz?
“Köpek” iması ile işaret edilenlerin, meslek onuru bir kenara, hiç değilse kişisel itibar uğruna Başbakan’ı dava etmesini, en azından iki satır yazıyla itiraz etmesini değil mi?
Ne gezer!
Belki muhtemel bir adli soruşturmadan kurtulmaya hayrı olacağını umarak, belki de “Madem kaçış yok” diye zevk almaya çalışarak, yeni model tasmalar için Başbakan’a doğru boyun uzattıklarını gördük.
Utandık.
* * *
Biz, dün askerce tasmalananlardan değildik; bugün de Başbakan’ın tasmaladıklarından olmayacağız.
“Ak tasmalı gazeteciler” kadar, dışardan yularlı politikacılara, hocalara, paşalara da karşı duracağız.
Başbakan’ın, sadakat ayinlerinde alkışlandıkça coşan egosuna alkış tutmayacağız.
Uludere’yi unutturmak, “cambaza bak”tırmak için ortaya attığı kürtaj tartışmasına dalmayacağız.
AK Partili kadınlar, Başbakan’ın tarihin yayılmacı despotlarından kopya çektiği “Bolca doğurun” emrini ve “Bedeninize ne yapacağınıza ben karar veririm” tavrını yine Stockholm Sendromu gereği destekleyebilir.
Biz, hükümeti yatak odalarımıza sokmayacağız.
Fikrini beğenmediği genç kızı, “Çok mu kürtaj yaptırdın” diye sorgulayan Ankara Belediye Başkanı’nı sevenler olabilir.
Biz bu çirkin maçoluğa karşı duracağız.
* * *
Hafta sonu Diyarbakır’daydım.
Başbakan’ın bahsettiği o “ölüleri seven insanlar”ı gördüm.
Erdoğan’ın bir özrü esirgediği, sorumlularını ısrarla gizlediği katliamda yakınlarını kaybetmişlerdi; evet, onlar da en az şehit aileleri kadar ölülerini seviyor, vur emri verenlerden, katliamı örtbas edenlerden hesap soruyorlardı.
Keşke siz de onları biraz sevebilseydiniz Sayın Başbakan!
Belki o zaman hiç değilse Hüseyin Çelik kadar empati yapabilir, bu katliamı kürtaja benzetmezdiniz.
Başkan olacağım diye milliyetçi oylara göz kırparken bölgeyi tamamen kaybetmezdiniz.
Medyaya haki tasmalar yerine ak tasmalar dağıtmaz, tasmasız bir ülke dilerdiniz.
Tarihte pohpohlarla vicdanı köreltilmiş liderlerin sonunu bilir, alkışlar yerine vicdanınıza kulak verir, insaf ederdiniz.
(Milliyet gazetesinden alındı)