Cemal Süreyya’nın da dediği gibi ‘her ölüm erken ölümdür’… Ancak her ölüm insanın çaresizliklerle bir kez daha yüzleşmesidir de. Can Denktaş’ı kaybettik… Sosyal medyadaki tweetleşmelerimizin dışında çok fazla bir araya gelme fırsatımız olmadı. En son Yılan Adası’nda babaannesi Aydın Denktaş ile yaptığımız Cumhuriyet Bayramı röportajında rast gelmiştik. Ben röportajı tamamlayıp Aydın Hanım’a veda ederken Can Denktaş geldi. Yanında da sevimli oğlu Raif… Oldukça keyifliydiler. ‘Ne güzel bir baba- oğul’ diye düşünmeden edemedim… Ondan sonra bir daha karşılaşamadık. Zaman zaman sosyal paylaşım sitelerinde ‘mevcut düzenin’ yarattığı karmaşadan bahsederdik. Programıma konuk olan siyasilerimizin birçoğunu doğruları söylememekle suçlardı ve genelde de haklı olurdu.
Bu ülkenin hayalleri büyük gençlerinden biriydi belki de… Ölümü hepimizin içini burktu. Gazetelerin ilk sayfalarını oğlu Raif ile geçirdiği mutlu günlerden kalan fotoğraf kareleri doldurdu.
Lefkoşa Türk Belediyesi seçimleri, propagandalar, vaatler, toplanamayan Meclis genel kurulu gibi sorunlarla boğuştuğumuz bugünlerde hayatın gerçeklerini bir tokat gibi vurdu hepimizin yüzüne.
Gözümüzün önündeki sis perdesini de merteki de kaldırdı.
Bu ölüm bize bu ülkede hala borçların ve ekonomik sıkıntıların var olduğunu, ekonomide yaşanan iyileşmelerin hala sokaktaki vatandaşların cebine yansıtılamadığını hatırlattı.
Bu ölüm bize, Meclis’in yeterince verimli çalışamadığını, bir an önce geçirilmesi gereken yasaların hala geçirilemediğini ve toplum menfaatine yönelik adımların bir türlü atılamadığını da hatırlattı.
Bu ölüm bize, insanların ruhsal bir çöküş içerisinde olduğunu, geride acılarla büyümek zorunda kalacak bir çocuk bırakmayı kabul edecek kadar çaresiz olduğunu da hatırlattı.
Peki tüm bunları hatırlamak için genç bir insanı kaybetmemiz mi gerekiyordu?
Can Denktaş, bu ülkede ekonomik sıkıntılar yaşayan ve bu nedenle yaşamına son veren kişilerden yalnızca biriydi.
Hemen hemen her gün gazete sayfalarında borçlarından ve ekonomik sıkıntılarından ötürü canına kasteden, hayattan vazgeçmeyi düşünen umutsuz, mutsuz bireyleri okuyoruz.
Bir de bunların perde gerisi var tabii ki…
İntihar girişimlerinde bulunan ‘aman etraf duymasın’ psikolojisi ile polise aktarılamayan birçok vaka…
Bunlar ne yazık ki bir ölümün bize hatırlattıkları… Acı ama gerçek…