Hassas bir süreçten geçiyoruz. Müzakere süreci başladı ve yavaş yavaş şekilleniyor. Elimizde bir ortak metin olsa da al-ver sürecinin başlamasının aşikar olduğu bu dönemde hala saldırı ve suçlama girişimleriyle kendi içimizde parçalandık bile… 

Kendi Cumhurbaşkanı’nı, müzakerecisini, dış işleri bakanını ve müzakere sürecini bizim kadar baltalayabilen bir toplum var mı gerçekten merak ediyorum. 


Önce “bu süreci kim başlattı” tartışmalarıyla uğraştık durduk… 


Halbuki kimin başlattığının ne önemi var hele de toplumun sağının da solunun da “çözümü” savunduğu bir dönemde… 


Sonra durduk “Özersay, Saray’a neden döndü, görevi neden kabul etti” diye tartışmaya… 


Halbuki esas tartışmamız gereken böylesine önemli bir dönemde Sayın Özersay’ın bilgilerinden ve deneyimlerinden tam anlamıyla yararlanabilmenin yollarını yaratmaktı. 


O da yetmedi döndük bu kez Dışişleri Bakanı Sayın Özdil Nami’ye saldırmaya… 


“Süreçten pay almak istiyor, haddini mi aşıyor, Avrupalılar ile, Rum siyasilerle hatta diğer ülkelerin diplomatlarıyla konuşarak, buluşarak ne yapmaya çalışıyor” diye sorguladık. 


Oysaki biz Özdil Nami’nin bireysel ilişkilerinin ve girişimlerinin de bu süreçte önemli bir rol oynadığının hakkını teslim etmeliydik. 


Tüm bunlar olup biterken biz hala konunun özüne dönemedik bilmem farkında mısınız… 


Endişeler elbette olacak bu kaçınılmaz. 


Eleştiriler de olacak hiç şüphesiz ama tüm bunlar doğruyu ve herkesin dillendirdiği o çözüme ulaşmak için olmalı… 


Madem tüm siyasi görüşlerimiz çözüm diyor ve bu iki kesimli, iki halklı bir seçenek olacak bizim burada esas yapmamız gereken güveni tahsis etmek olmalıdır. 


Halk siyasetçisine güvenmiyor. Bu aşikar… 


Güvense bu tartışmaların hiç biri olmazdı. 


Güvenmiyorsa o zaman bu güven sağlanmalıdır. Yapılan görüşmeler ve atılan her adım öncesinde halkın reaksiyonları ölçülmeli, yapılan her görüşme sonrasında kapalı kapılar ardında değil şeffaf bir şekilde halkın önünde bunlar konuşulmalıdır. 


Bu süreçte oy uğruna ve iç hesaplarla siyasi parti yetkilileri de halkın içine nifak ve kuşku tohumları ekecek açıklamalardan uzak durmalıdır. 


Toplumsal bir kaos böylesi bir noktada bizleri içinden çıkması hayli karmaşık bir labirente sürükler. 


Bu nedenle öncelikli olarak herkes bu sürecin içerisinde bir rolü olduğunu bilmeli ve bu rolün tek amacının da Kıbrıslı Türklerin hakkını ve hak ettikleri yeri almasını sağlamak olduğunu unutmamalıdır. 


Öte yandan şu da asla unutulmamalı: Müzakere masaları olayların siyasi anlamda tartışıldığı ve çözüldüğü yerlerdir ama Kıbrıs adasında bir çözüm olacaksa bu müzakere masasında olmayacaktır. Esas çözüm Kıbrıs adasında yaşayan tüm halkların,

Kıbrıslı Türkler ve Rumların bu çözümü benimsemesiyle, toplumsal kaynaşmayla gerçekleşebilir. Halk bu çözümü benimsemedikçe sizler istediğiniz kadar metinlere imza atın, uluslararası platformlarda kulisler yapın bunun bir faydası olmayacaktır. Bu noktada halk da bu gerçeğin farkına varmalı ve artık olaylara sadece seyirci kalmaktan vazgeçmelidir.