Bir ay sonra dünyaya gelecek... Ama gözünü açacağı dünyada Binali Yıldırım’ın çocukları kadar şanslı olamayacak... En azından babadan yana!.. Gemileri, tersaneleri, büyük şirketleri olmayacak... Hepsinden kötüsü, babası olmayacak o kısmetsiz bebeğin... Çünkü babasını diğer iki arkadaşıyla birlikte Karadeniz’de kaybetti... Onlar göz göre göre ölüme sürüklendiler...
Şile’deki olayın üzerinden onbeş gün geçti... Nöbetteki kaptanın hava şartları dolayısıyla haklı olarak göreve çıkmayı reddetmesi üzerine, ‘soruşturma tehdidi’yle adeta ölümün kucağına sürülen Kıyı Emniyeti’nin üç personeli artık aramızda yok... Ama olayda sorumluluğu bulunanlar hâlâ görev başında...
Kıyı Emniyeti Genel Müdürü, ölen personelin cenazesine, kurumun güvenlik görevlilerinin oluşturduğu ‘koruma çemberi’nde katılmayı akıl ediyor ama ne hikmetse istifa etmeyi hiç aklına getirmiyor... Hadi o aklına getirmedi, Bakan Binali Yıldırırım’ın -klasik tabirle- ‘soruşturmanın selâmeti’ açısından görevden el çektirmemiş olmasına ne demeli?
Bunun boş bir beklenti olduğunu biliyorum aslında... Başkalarında bu tür olaylar karşısında istifa nasıl bir ‘kültür’se, bizde şartlar ne olursa olsun koltuğa yapışmak bir ‘kültür’dür, istifa istifa ise muhtemelen ‘kerizlik’le eşdeğerdir...
Dörtyol’da polislerin ‘teşhis’ gerekçesiyle duvarın önüne dizildiği o rezil görüntüden sonra şunları yazmışım: “İki yıl önce Makedonya’nın Ohri Gölü’ndeki bir tekne kazasında onbeş Bulgar turist boğularak öldü... Boğulanlar Bulgar’dı ama istifa eden Makedonya Ulaştırma ve İletişim Bakanı oldu... İstifa eden Bakan çok bize çok yabancı gelen cümlelerle istifa gerekçesini açıkladı... “Yerime gelen kişi, hiçbir etki altında kalmadan kazayı araştırmalı. Soruşturmanın selâmeti uğruna ben burada kalmamalıyım” dedi...
Bizim Ulaştırma Bakanı bu istifayı duyunca, muhtemelen içinden ‘vay avanak’ diye değerlendirmede bulunmuştur... Tekneyi sen kullanmadığına göre, tekneye fazla yolcuyu sen almadığına göre, can yeleklerini sen eksiltmediğine göre, hatta bu turistleri zorla ülkene sen davet etmediğine göre niye istifa edersin değil mi? Demek ki, bizim hızlı tren faciası Makedonya’da yaşansa, bırakın istifayı, adam kendi kafasına sıkacak!..
Bakın bizdeki rahatlığa... Herkes makamına göbeğini yaymakla meşgul... Ahbap-çavuş-hemşehri bürokrasisi en yüce değer!.. Faciada ölen kırkbir kişi zaten geniş olan şehit yelpazemize ‘hızlı tren şehidi’ olarak dahil olurken, istifa ‘evlerden uzak’ bir kavram niteliğini korudu... Geçenlerde Ankara’da metro inşaatı çöküp, içinde bir vatandaş ölünce, son derece rahat biçimde “Bunlar başka ülkelerde de oluyor” diyerek konuyu sıradanlaştıran Bakan da buydu... Biz alıştık, bunlardan ‘sorumluluk gereği’ istifa filan beklemiyoruz... Zaten Ulaştırma Bakanı’nın öyle bir görünümü var ki, bu eski belediyeci, değil bir tren, memleket yıkılsa istifayı aklından geçirmez...
Onbeş yıl kadar önce Portekiz’de dörtyüz yıllık köprü çökmüş, üç kişi ölmüştü... Bu olay üzerine, görev süresi henüz üç ayı bulmamış olan Portekiz Altyapı Bakanı istifa etmişti... Bizdekilere bakınca, ne kadar kötü örnek değil mi? Zaten Mecelle’de bir kural var: Su-i misal, emsal olmaz!..”
Dörtyol’daki o rezaletten sonra, soruşturma açıldığı, adı geçen Hatay milletvekilinin parti disiplin kuruluna verildiği açıklanmıştı... Muhtemelen o gün oluşan kamuouyu tepkisini dizginlemek için yapılmıştı bu... Bakın unutuldu bile... Disiplin kurulunun ceza verdiğini duyan var mı?
Şimdi Karadeniz’deki bu faciayla ilgili de eski müsteşarın başında olduğu bir ekip tarafından soruşturma başlatılmış... Hiç bir şey olmaz... Kabahat sert esen havada, azgın suda çıkar!.. Kim kimi kandırıyor? ‘Ahbap’ hâlâ Devlet Demir Yolları Genel Müdürü değil mi? Kimse ‘mahkeme kararı’ndan bahsetmesin... Mevcut siyasî iktidarın, kurumların yapıları ve isimleriyle ilgili değişikliklerle ‘mahkeme kararı’ engellerini nasıl başarıyla aştığını ve işi kitabına uydurduğunu bilmeyen yok... Buna şahit olan diğer ’ahbap’ Kıyı Emniyeti Genel Müdürü neden istifa etsin?
Olan üç personele, onların ailelerine ve doğmadan babasız kalan bebeğe oldu... Biz de fuzulî işlerle uğraşıyoruz... Belki ibret alırlar diye, bu sorumsuz ‘belediye kardeşleri’ne Japonya’dan, Almanya’dan, İsveç’ten örnekler veriyoruz... Malı, mülkü, şatafatı, koltuğu, rütbeyi kutsayan ‘kibir imparatorluğu’na bu dünyanın fani olduğunu anlatmaya çalışıyoruz...
Hırsla taşlaşmış yüreklere sözümüz işlemese de, dünyanın faniliğinin, sadece rızkı kaybetme endişesiyle ölüme kulaç atan o garibanlar için değil, iktidar sahipleri için de geçerli olduğunu vurguluyoruz...
Bulundukları yüksek mevkiler başlarını döndürüyor, dolayısıyla bütün bunlar umurlarında olmuyor olabilir!.. Ama o doğmamış bebeğin âhı ve mazlumların Allah’ı var... Kurguladıkları beşerî adalet mekanizmalarından kurtuluş her zamam mümkündür de, yöneticilerin bir başka hesaba çekileceği o ilahî adaletten kaçış mümkün müdür?
(YeniÇağ gazetesinden alınmıştır)