Türkiyeli Marksist sol, dünyanın en ‘karanlık’ soludur ve insanlık anlayışının sınırı ‘Türk’te biter!.. Onun gözünde ‘Türklük’ faşizmin başladığı yerdir!.. Başta Ermeniler olmak üzere hiç bir kavmi zikretmek ‘ırkçılık’la eşdeğer değildir ama söz konusu ’Türk’olunca orada ‘ırkçılık’ başlar!..
Milletimizin adıyla aralarına ‘utanç duvarı’ çekenlerin önceki gün Ankara’da Hocalı katliamıyla ilgili açılan standa saldırarak, bir avuç insanı darp edip, bayrakları yırtıp atmaları o iğrenç yüzü bir kere daha ortaya serdi... Sadece saldırıya karışan komünist-Kürtçü militanlar değil, milliyetçileri her türlü şiddete müstahak görüp de bu orantısız alçaklığı sayfalarına veya ekranlarına taşımayanlar, ‘kripto’ yüzlerini bir kere daha ele verdiler...
İktidarın büyük gayretleriyle ülkeye yayılan sözde ‘her türlü milliyetçilik karşıtı’ ama özde ‘Türk milliyetçiliği’ karşıtı hava ülkenin başkentini bile bu şımarık ve ihanet ruhlu güruhlar için ‘üreme alanı’na dönüştürürken, milliyetçiler yalnızlığa, çaresizliğe ve ‘kum torbası’ rolüne rızaya itiliyor... Zaten milliyetçilerin iç dünyasında ‘kurumsal’ anlamda kimsenin çözemediği ‘esaret’i çağrıştıran bir dram yaşanırken, milliyetçiler üniversitelerde, gazetelerde, televizyon dizilerinde, tartışma programlarında ve şimdi de sokaklarda ‘örtülü etnik husûmet’in hedefi halinde aşağılanıyor...
Tam da böyle zamanda -varsa- birbirine karşı içindeki öfkeyi, siyasî kavgayı, yere batasıca ‘iç’ ihanet paranoyasını ve üç kuruşluk makam hırslarını ülke selâmete çıkana kadar ertelemek gerekirken, hâlâ ülküdaş eti yenilmesine ve ‘cadı avı’nın ‘gönüllerin fethi’nden daha öncelikli hâl almasına şahit olmak insanın içini acıtıyor...
Milliyetçilerin uzun süren fetretini iyi tahlil edenler vurdukça vuruyorlar... Çünkü bu ‘cezbedici’ tavrın herhangi bir yaptırımı yok!.. Üniversitelerdeki PKK-Sol saldırganlığını ‘karşıt görüşlü öğrenci olayı’ diye suna suna âdeta meşrulaştırdılar...
Sahipsizlik ve çaresizlik bir girdaba dönüşürken, iki yüzden fazla militanın, Hocalı’yı sahiplenmelerine tahammül edemedikleri bir avuç insana öldüresiye saldırması, sadece bir utanç meselesi değil, hukukun tam anlamıyla ‘faşist saldırganlık’ karşısında diz çökmesidir... Olayın yaşandığı Karanfil Sokak, marjinal sol örgütlerle PKK’nın kardeşçe paylaştığı, eylemlerde dönüşümlü kullandığı Yüksel Caddesi’yle kesişiyor... Örgütlerin yıllardır Hyde Park’a çevirdiği bu alanda neredeyse her üç kişiden birisi militan, diğeri sivil polis, diğeri de oradan tesadüfen geçmekte olan vatandaştır... Her metrekaresinin polis ve kamera kaynadığı bu bölgede ‘kripto komünist’ ve Kürtçü ittifakının ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye bağırarak gerçekleştirdiği saldırıdan dolayı bir tek kişinin bile göz altına alınmamış olması düşündürücüdür...
Sinop’taki olaylarla ilgili “Kare kare inceliyoruz” diyen ve vatandaşa ‘gözdağı’ veren siyasî iradeden, Karanfil Sokak’ta olanları da kare kare incelemelerini beklememek lâzım!.. Çünkü milliyetçiler, Amerika’nın keşfinden sonra katledilen Kızılderililerin ‘insan bile sayılamayacak’ bir hukuka kavuşturulmaları gibi ‘adı konmamış’ bir hukukun mağdurudurlar artık!..
Milliyetçi, sayıca ezici çoğunluğa sahip olmalarına rağmen, siyasî akımların güç ve etki klasmanında, Günter Wallraf’ın ‘En Alttakiler’de anlattığı karaktere paralel bir kader yaşamaktadır... Bir katliamı kınarken bile, yanında ne bir ‘sanatçı’ne de bir ‘aydın’ bulabilmektedir... Siyaseten hem ‘içeri’den, hem de ‘dışarı’dan kuşatılmış, üretemeyen, çözümleyemeyen, hesap soracak tırnakları sökülmüş, el koyamayan, baskı grubu oluşturamayan sıradan ve silik bir kişiliğe dönüştürülmüştür...
Ve maalesef yaşanan hiçbir olay ve sonuç sürpriz değildir...
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)