Enis Berberoğlu ve Metehan Demir şahane bir röportaja imza attı.

Dikkatlice okudum Leyla Zana’nın sözlerini...

Özellikle şu cümlelerin altını çizdim:

“Ben Başbakan Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım”.

* * *

Olabilir...

Leyla Zana bütün umudunu Başbakan Erdoğan’a bağlayabilir.

-  Uludere’de bir türlü dilenemeyen özre rağmen...

-  KCK operasyonlarının ortalığı dağıtmasına rağmen...

“Ölüsevicilik” ya da “morg bekçiliği” suçlamalarının dillere pelesenk olmasına rağmen...

-  Güvenlik politikalarına abanılmasına rağmen...

Leyla Zana umudunu diri tutmayı başarabilir.

Bu konuda bir şey demem, diyemem.

Umuda ve inanca dair zevkler ve renkler tartışılmaz.

Tercihler de...

Fakat Leyla Zana’nın “Başbakan Erdoğan’a inancımı yitirseydim giderdim, burada olmazdım” çıkışı, öyle kolayca atlanacak bir çıkış değil.
 
* * *

Kimdir Leyla Zana?

-  Hayatını davasına adamış...

-  Yıllar boyu hapis yatmış...

-  Mücadeleden hiç yılmamış...

-  Zulüm görmüş...

-  Çile çekmiş...

Bir siyasetçidir.

Böyle bir siyasetçinin “Umudum Erdoğan’dadır. Umudumu yitirirsem çeker giderim” demesi, en azından ve en hafifinden yadırganacak bir durumdur.

Leyla Zana çapına ve kıratına pek yakışmamıştır.
 
* * *

Madem en sonunda bütün umutlar tek bir kişiye bağlanacak idi... Ve madem tek kişiden kesilen umut karşısında her şey bırakılacaktı ve çekip gidilecekti...
O halde ne diye bunca çile çekildi, bunca acı yaşandı, bunca zalimliğe katlanıldı?

Hayatını mücadeleye adamış bir insanın, umudunu tek bir kişiye bağlaması büyük bir ricat değil midir?

Hani nerede azim? Hani nerede dayanıklılık? Hani nerede demokratik mücadele sabrı? Hani nerede kendine güven?

Sevim Belli gibi sorsun kendine Leyla Zana: “Boşuna mı çiğnedik?”

Sabri Ülker için

Londra’da yaşayan bir arkadaşımız, Türkiye’den gelen dostlarına “Ülker bol fıstıklı çikolata” ısmarlıyor.

“Neden?”
diye soruyoruz.

“Bu kadar güzelini Londra’da bulamıyorum”
diye yanıtlıyor.
 
* * *

Türkiye gibi ayağa çelmeler takılan, sermayenin renklere ayrılabildiği, gofrete bile “düşman” muamelesinin çekildiği, her türlü fişlemenin kolaylıkla yapıldığı bir ülkede...

Sabri Ülker’in küçük bir bisküvi imalathanesinden dev bir uluslararası marka çıkarmasının sihri “Londra’dan ısmarlanan çikolata” öyküsünde gizli.

Biz buna “Londra’da bile aranan çikolatayı üretebilme başarısı” da diyebiliriz.

Sabri Ülker adı geçtiğinde iki kavram belirir benim zihnimde:

BİR: Bitmek tükenmek bilmeyen kalite arayışı...

İKİ: Gösterişsiz hamiyetperverlik...

Birincisini Ülker’in ürünlerinde somut olarak görmek mümkün...

İkincisini ise sadece biraz fazla yakın olanlar bilir.

Ne diyelim? Ona da Allah rahmet etsin.

Gelişigüzel

-  Aradan epey zaman geçti ama yine de kayıtlara geçirmeliyim. Bu zamana kadar işittiğim en nadide ve en süper Süleyman Demirel vecizesi: “Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz”.

-  Fenerbahçe taraftarının yeni sloganı şuymuş: “Omuz omza özgürlüğe çıkacağız”. Fenerbahçelilerin sloganları, gün geçtikçe daha çok ÖDP’nin sloganlarına benzemeye başlamadı mı?

-  Gazetelerde Çağla Şikel ve benzerlerinin Bodrum fotoğraflarına maruz kalmaya başlayınca anladım: Bodrum’una yaz gelmiş memleketimin...

-  Son üç günde izlemeye kalktığım 8 DVD film ile ilgili genel sonuç: İkisini ilk 10 dakikada çıkarıp attım. İkisine ancak 30 dakika sabrettim. İkisinde sonuna kadar zor dayandım. İkisini sardırarak izledim... Ve hükmümü verdim: Bütün iyi hikâyeler anlatıldı, bütün filmler çekildi.

-  Süreyya Yalçın adlı arkadaşın kırık bacağındaki alçıyı “Swarovski” denilen “Bülent Ersoy taşları” ile bezemesi hususunda soruyorum: “Kitsch” denilen şey bu değilse nedir?

Mesut Yılmaz muktedir olsaydı

ANNESİ Güzide Hanım’ı kaybetmiş Mesut Yılmaz.

Söyleyin bakalım:

Mesut Yılmaz eğer “günümüzün muktediri” olsaydı, ne olurdu?

-  Annesinin cenaze töreni dolup taşmaz mıydı?

-  Gazetelerde sayfalarca başsağlığı ilanları yayınlanmaz mıydı?

-  Ortalık “Güzide annemizi kaybettik” türü ağıtlara gark olmaz mıydı?

-  Köşelerde Güzide Hanım övgüleri yer almaz mıydı?

-  Mesut Yılmaz’ın konutu yoğun ziyaretçi trafiğine uğramaz mıydı?

-  Yılmaz’ın sağ yanında bir tek Hüsamettin Özkan mı olurdu?

-  Yılmaz’ı teselli etme görevi kardeşi Turgut Yılmaz’a mı düşerdi?
 
* * *

Tabii ki insanoğlu ve insan kızı gücü ve güçlüyü sever.

Tabii ki insanoğlu ve insan kızının fıtratında var bu...

Fakat...

Bizim millet gücü ve güçlüyü biraz fazla seviyor ve bunun kabak gibi ortaya çıkmasından da pek rahatsız olmuyor gibi...

Ne dersiniz?

Garaudy ölmüş

KİMDİR Roger Garaudy?

Şunlar onun hayatının kilometre taşları:

-  Gençliğinde hem komünist, hem Hıristiyan’dı.

-  İkinci Dünya Savaşı’nda hapse atıldı, kurşuna dizilmekten son anda kurtuldu.

-  Fransız Komünist Partisi’nin her kademesinde görev aldı.

-  Güney Amerika’da sosyalist papazlara destek verdi.

-  Sovyetler Birliği’nde yaşadı.

-  Müslüman oldu.

-  Müslümanlığı seçtiğinde şöyle dedi: “Düşmanımı değiştirmedim / Siperimi değiştirdim”.

-  Stalin’i, Sartre’ı, Aragon’u, Nâzım Hikmet’i, Erbakan’ı, Neruda’yı tanıdı.

-  Fransa’nın erken dönem İhsan Eliaçık’ı idi...

Ben onu bir tek “Düşmanımı değiştirmedim / Siperimi değiştirdim” sözü için bile sevebilirdim.

Allah rahmet etsin.

(Hürriyet)