Yaklaşan seçimlerin gündeme taşıyacağı iki önemli konu var. Bunlardan biri yeni Anayasa yapımıdır. Bütün siyasi partilerin üzerinde ittifak ettiği konulardan biri 1980 darbesi ruhunu taşıyan mevcut Anayasa’nın mutlaka değişmesi gereğidir. Her ne kadar şimdiye kadar onlarca değişiklik yapılamasına ve 2010 referandumunun getirdiği yenilikler olmasına karşın hala Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gerçeklerine uymayan, taleplerini karşılamayan bir Anayasa var.
Bu Anayasa’nın değişmesi için 2011 seçimlerinden sonra oluşturulan Uzlaşma Komisyonu bazı çalışmalar yaptı ancak sadece 60 madde üzerinde uzlaşma sağlanabildi ve yeni Anayasa yapımı bir başka bahara kaldı. Bu baharın 2015 seçimleri olacağı ümidi var şimdi. Ancak önceki yıllardaki perforsmanlara bakılırsa ve şimdikine benzer siyasal aktörler meclise girerse yeni Anayasa çıkarmak yine çok zor olacak gibi. Her halukarda yeni Anayasa tartışmaları yararlı olacaktır.
Yaklaşan seçimlerde ön plana çıkacak bir başka konu ise başkanlık sistemi olacaktır. Her ne kadar partilerin seçim beyannameleri açıklanmasa da başkanlık sistemine geçiş Türkiye’de önemli bir tartışma konusu olarak gündeme geldi ve gündemde kalmaya devam edecektir. Bazı siyasi parti liderlerinin dediği gibi biz filanı başkan seçtirmeyiz, var olduğumuz sürece başkanlık yolu filan kişilere kapalıdır gibi ifadeler meselenin sulandırılması anlamına geliyor.
Başkanlık sistemi kişiler üzerinden tartışılmamalı
Başkanlık sisteminin doğasını tartışmak yerine bu sistemi savunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden tartışmanın sürdürülmesi aslında bu sisteme muhalif olanların sistemin kendisine değil, Erdoğan’a odaklandıklarını gösteriyor. Halbuki rasyonel bir tartışma kişiler üzerine değil sistem, paradigma, ilke ve yapısal özellikler üzerine yoğunlaşmalıdır. Ancak bugüne kadar muhalefet partilerinden ve liderlerinden başkanlık sisteminin yapısal özelliklerine ilişkin derli toplu analiz gelmedi. Her zamanki gibi polemik ustaları oldukları için ne zaman başkanlık sistemi gündeme gelse sultanlık, krallık, padişahlık ve hanedanlık gibi kelimeler kullanarak tartışmanın rasyonel bir yola girmesini baştan kestiler.
Başkanlık sistemini savunanlar bunu gerekçeleri ile anlatıyor. Karşı çıkanlar ise henüz polemik dilini aşan gerekçe üretemedi. Ancak bu kesimin açıkça dillendirmediği, toplumla paylaşamadığı, ortadan kaldırmaları veya etkisiz hale getirmeleri de mümkün olmayan bir sosyolojik gerçeklik var. İşte başkanlık sistemine karşı olanların itiraf etmekten kaşındıkları en önemli gerekçe, sahip olduğumuz sosyolojik yapıdır. Aşağıda açıklayacağımız Türkiye sosyolojisi ve bu sosyolojinin nasıl bir başkan seçeceğinin tahmin edilmesi muhalif kesimlerin en büyük kaygısı ve karşı çıkış gerekçesi.
Türkiye sosyolojisi, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren özellikle tek parti döneminde yürütülen homojenleştirme çabalarına rağmen çoğulculuğunu korudu, toplumsal çeşitliliğini sürdürdü. Batıcı, seküler ve etnik milliyetçilik üzerine kurulu tek tipleştirme siyaseti genel olarak başarısızlıkla sonuçlandı. Askeri darbeler, bürokratik vesayetler ve medya/sermaye desteğine rağmen Türkiye toplumu dini, muhafazakar ve İslami kimliğini korudu. Kimlikler tek potada erimedi. Baskıcı laiklik uygulamalarına rağmen kimlikler tümü ile sekülerleşmedi.
Türkiye sosyolojisi nasıl bir başlan çıkarır?
Türkiye sosyolojisi genel hatları itibariyle (Türk, Kürt, Laz, Çerkez, kentli, köylü, kadın, erkek, yaşlı, genç vb.) dini ve milli değerlere bağlı, maneviyatı yüksek ve muhafazakar hayat biçimine sahiptir. Siyasal eğilimleri ve siyasal davranış biçimleri de bu sosyolojik özellikleri yansıtacak biçimde şekillenmiştir. Yeni orta sınıflar da aşağı yukarı benzer sosyolojik yapıya ve değerler manzumesine sahiptir. Bu sosyolojik yapının kendine benzer, kendi değerleri ile barışık adayları destekleyeceği ve olası bir başkanlık yarışında ve seçiminde yine Menderes ve Özal çizgisinde birini başkan yapacağını söylemek kehanet olmayacaktır. Türkiye’de ağırlıklı kütle Menderes ve Özal çizgisinin devamı olarak Erdoğan’ı görmektedir.
Başkanlık tartışmalarını kişiler üzerinden değil de Türkiye’nin toplumsal yapısı ve özellikleri üzerinden analiz ettiğimizde seküler, batıcı, etnik milliyetçi, seçkinci kesimin adaylarının mevcut sosyolojik yapımız göz önüne alındığında pek şanlarının olmayacağı aşikar. Türkiye’nin sosyolojisinin seçeceği başkan bu sosyolojinin özelliklerini yansıtan birisi olacaktır. Yani muhafazakar, dini ve milli değerler ile barışık, dindarlardan rahatsız olmayan, çoğulculuğu kucaklayan, etnik ve mezhepsel temelde kucaklayıcı olan, baskıcı laiklik ve vesayete karşı duran biri olacaktır. Türkiye sosyolojisinin seçeceği bir başkan artık geriye dönüşü olmayan bir sürecin başlangıcı olacaktır. İşte şu günlerde başkanlık sistemine kategorik olarak karşı çıkanların en büyük kaygısı ve karşı çıkış nedeni budur.