Geçtiğimiz hafta “Taşkentliler devlete kırgın haber-röportaj”ı Cumhurbaşkanlığını rahatsız etmiş. Hani şu Taşkent şehitlerini anma etkinliğine devlet yetkililerinin gelmemesine şehit eşi Zerrin Yıldırımer tarafından tepki gösterilmesi haberi…
TIKLAYIN: TAŞKENTLİLER DEVLETE KIRGIN
Özetleyelim; Zerrin Yıldırımer devlete çok kırgın olduğunu söylemiş ve “o koltuklarda şehitlerimiz sayesinde oturuyorsunuz, onlar canları pahasına size bir vatan bıraktı” demişti gözyaşları içerisinde. 22 yaşında, üç çocuğu, karnındaki bebeğiyle dul kaldığını, kocası götürüldükten sonra bebeğini, getirildiği yurtta doğurduğunu, oradan Taşkent’e götürüldüklerini, orada kendisine başını sokacak bir ev verildiğini, komutanın kendisine “kızım, kimsen yok mu” diye sorduğunu, “kocamı götürdüler, annem babam köyde” dediğinde komutanın ağladığını, “kızım biz varız, üzülme” dediğini söylemişti. Tam da şu ifadeleri kullanmıştı sözlerin sonunda: “Neler çektiğimizi biz biliriz. Çocuklarımın hem annesi, hem babası oldum. Neler yaşadığımızı sormuyorlar, ne çektiğimizi sormuyorlar. Şimdi de törenlere katılmayacaklarını söylediler. Çok üzüldük. Geçen yıl, şehitler için bundan böyle devlet töreni yapılacağı söylenmişti, bu sene tam tersi oldu. Kaymakam muhtarı aramış, ‘Gelin, programınızı alın’ demiş. Çok kırıldık. O şehitler size vatan bıraktı. O şehit aileleri ne çekti biliyorlar mı? Nasıl gelindi bugünlere? Bugün bir devlet kuruldu, koltuklarda otururlar. Akridas Planı neydi, bir gecede yok edeceklerdi Türkleri. Nasıl 13’ünden 80’ine kurşuna dizdiler bizimkileri, herkesi dizeceklerdi. O şehitlerin canı pahasına o koltuklarda otururlar.
Ben inanamıyorum, şehidini anmayacak, bayrağını kaldıracak? Niye verdik bu şehitleri? Ben 41 yıldır çektiğimi biliyorum. Nasıl büyüttüm babasız? Benim kızım babasına ‘baba’ diyemedi, ‘Ben hiç ‘baba’ kelimesini kullanmadım, kullanamıyorum’ diye… Şimdi hangi barıştan söz ederler? Biz 41 yıldır gözyaşı dökeriz, kimse halimizi sormaz. Ben ne kadar da babalarının yokluğunu hissettirmemeye çalışsam da anne, babanın yerini tutmuyor. Umutlarımızı, geleceğimizi çaldılar. Yazıklar olsun giden canları hiçe sayanlara. İnsan bayrağına, şehidine, hürriyetine sahip çıkmazsa bir hiçtir.
Biz şehitleri anarken, Cumhurbaşkanı Rum tarafında kahvaltıdaymış. Bir saatini ayıramadı bize… Bugün var, yarın yok o koltuklar… Yatın kalkın, şehitlere dua edin. Size vatan bıraktılar, gelecek bıraktılar canlarını vererek. Biz de kendi ellerimizle yıkmaya çalışıyoruz.
Rum’un malını almışız. Kim istedi gelmeyi? Hangimiz istedik bunları yaşamayı? Bu savaşı biz başlatmadık; ama bütün acılarını biz çektik. Benim küçüklüğümde de vardı Rumların ezası. Rumlar Türklerin malına el koyardı, ucuz fiyata satın alırdı. Tarlasında işlerken kaybolurdu insanlar. Esaret içinde geçti çocukluğumuz. Okul önünden askerler geçerdi, öğretmen ‘çocuklar eve koşun’ derdi, korkuyla evimize koşuşurduk. ‘Savaşta her şey olur’ diyorlar. Ben savaşta mıydım? Ben bugün huzur içinde yaşarken sen nasıl Rum’a yama yapacaksın? Bıraksalardı ölseydik o zaman…”
***
Cumhurbaşkanlığı basın sözcüsü Barış Burcu,yaptığı açıklamada şehitleri anma törenleri de dahil olmak üzere törenlerin hangi çerçevede yapılacağına KKTC Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Milli Günleri Kutlama Komitesinin karar verdiğini söylemiş.
Bu karar Milli Günleri Kutlama Tüzüğü’ne göre verilir,Milli Günleri Kutlama Komitesi’nin aldığı kararlara uygun olarak KKTC Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi, devlet protokolüne göre törenlere katılması gerekenlere yazılı davetiye gönderirmiş. Cumhurbaşkanının bazı törenlere katılması veya bazı törenlere katılmaması durumu bu çerçevede belirlenmekteymiş.
Son zamanlarda çirkin bazı politik hesaplarla aziz şehitlerimizin hatıraları istismar ediliyormuş ve Cumhurbaşkanı sanki şehitlerimizi anma törenlerine katılmıyormuş gibi yalan, yanlış ve kasıtlı haberler yapılmaktaymış.
Bu kadar değil, bu haberi yapan Yurdagül Atun’muş. Yurdagül Atun tarafından yapılan bir haberde Taşkent şehitlerini anma törenine Sayın Cumhurbaşkanımızın katılması gerekirken katılmadığı ve o esnada “Rum tarafında kahvaltıda” bulunduğu şeklinde yalan ve çirkin bir yayın yapılmış. Taşkent şehitlerini anma törenine katılması için Sayın Cumhurbaşkanımıza KKTC Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi tarafından yukarda belirtilen kıstaslar çerçevesinde herhangi bir davetiye gönderilmemiş. (Gönderilseydi gidecekmiş anlamı çıkıyor buradan)Taşkent şehitlerinin anıldığı esnada Cumhurbaşkanımızın “Rum tarafında bir kahvaltıya katıldığı” da tamamen asılsız, uydurma ve kasıtlıymış. Bu tip haberlerin yapılması ve aziz şehitlerimizin anılarının istismar edilmesi hem onların anılarına hem de onların anılarını yaşatmaya çalışan toplumumuza karşı yapılan çok büyük bir saygısızlıkmış.
***
Şimdi söz Yurdagül Atun’da, yani bende. Sosyal medyadan, değerli arkadaşımız Aral Moral’a yanıt vermiştim, aynı yanıtı vereceğim ancak öncelikle şunu peşinen söyleyeyim, ben tırnağıyla, çalışarak, hiçkimseden ne siyasi, ne maddi bir beklentisi olmadan bugünlere geldim. Bugüne kadar kimsenin kiralık kalemi olmadım, kendi doğrularım doğrultusunda ama etik kurallar çerçevesinde, hukuki olarak bir lafın nereye gideceğini hesap ederek haberler yaptım.
Köşe yazılarımda fikrimi açıkça ortaya koydum ancak haberde asla ve asla yorum yapmadım, mülakat yaptığım kişileri sağcı-solcu diye ayırmadım. Bugün sağcısı da, solcusu da benimle konuştuğunda “çarpıtır mı acaba” diye düşünmüyorsa, yanımda of the record konuşmaları yaparken hiç çekinmiyorsa işimi nasıl yaptığım ortaya çıkar. Güven benim için her şeydir. Şayet bu işi yapıyorsam her görüşten insan bana fikirlerini anlatabilmelidir. Bunu da sağladığımı düşünüyorum. O yüzden de Sayın Barış Burcu’nun söylediklerini şiddetle reddediyor ve basın camiasının içinden gelmemesine yoruyorum.
Gelelim konuya; Taşkentliler anma törenine devletin zirvesinin gelmeyişine hayli içerlemişler. Bu konu bana birkaç koldan iletildi. Muhabir gönderme durumum olmayınca geçen Cumartesi öğle üzeri ani bir kararla Taşkent’e gittim. Saat 14.00 civarıydı, dolayısıyla köy istirahatteydi. Köyün içinde birini bulabilir miyim diye gezerken bir evin önündeki bayraklar ve şehit fotoğrafı dikkatimi çekti. Kapının aralık oluşundan cesaret alarak seslendim. Sonradan adının Zerrin olduğunu öğrendiğim hanım çıktı. Ben daha “tören” demeden, yani sorumu sormadan kırgınlığını dile getirdi. Sonradan oturduk, okuduğunuz haber-röportaj ortaya çıktı. Bana ‘art niyetli haber yaptı’ diyenlere sorarım; 83 (bazıları 84 diyor) şehit veren ve her evde çoklu acılar yaşanmış bir köyün, 26 yaşındaki kocasını şehit vermiş sakini mi art niyetli, yoksa şehit ailelerinin sesine kulak vererek onları dinleyen ve yazıya döken mi? Bunun neresinde vardır art niyet? Ki haberde asla ne hakaret var, ne de suç unsuru oluşturacak bir söz. Zerrin hanımın “tören saatinde cumhurbaşkanı Güney’de kahvaltıdaymış” sözünü bana mal ederek, yalan haber yapmakla itham edenlere, iddiaları tırnak içinde verebildiğimizi söylemem gerekir. Aldığım eğitim, nerede durmam gerektiği konusunda yol göstericidir. Hangi sözlerin suç isnat etmek olduğunu da çok ama çok iyi bilirim. Ki birçok haberde, birçok kurum, kuruluş ve siyasiye ağır hakaretler yapan bir kişinin söyledikleri tırnak içinde verildiğinde sorumluluktan kurtulunan bir ülkede yaşadığımızı hatırlatmak zorundayım.
Son söz ve en mühimi; Barış Burcu’nun söyledikleri doğru olabilir, KKTC Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Milli Günleri Kutlama Komitesi karar verebilir,Cumhurbaşkanı sadece davete icabet eden konumda olabilir hepsine tamam. Burada Taşkentlileri tedirgin eden Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle yıllardır süregelen uygulamanın değişmesidir. Derviş Eroğlu’nun cumhurbaşkanlığı döneminde bu günleri “top protokol”le anan Taşkent halkı bugün karşılaştıkları durumdan benim yazdığımdan çok derin anlamlar çıkarmış durumda. Ben bir basın mensubu olarak Taşkent halkının hislerine tercüman oldum. Bunun böyle olmadığına veya şehitlerin aziz hatırasını Rum’a ezdirmeyeceklerine ikna/temin etmek Cumhurbaşkanlığının/devletin görevi. Ayrıca birçok Taşkent sakininin de konuşmak için haber gönderdiklerini, fırsat bulduğum ilk anda kendileriyle görüşmeye gideceğimi söylemeliyim. Ben gitmezsem de başka basın mensuplarına konuşmakta kararlılar. Ve şunu söylemeden de duramayacağım. Yaptığım mülakat bazılarını rahatsız etti ama esas mesele Cumhurbaşkanının katılıp katılmamasından ziyade, Kıbrıs Türkünün acılarının ortaya konması ve Türkiye’nin garantörlüğünün tartışıldığı, garantörlüklerin modasının geçtiğinin söylendiği ve AB’nin güvencesinin galebe çaldığı şu günlerde, “BM ‘siz azınlıksınız, direnmeyin’ diyerek silahlarımızı topladı, Ruma verdi. Ardından da bunlar yaşandı” sözlerinden çıkacak anlam. Sanırım, Rumları gücendirmekten imtina eden birileri bu konuların ortaya dökülmesinden rahatsız…