Görevi: Diyarbakır Hâkimi...
Aynı zamanda “Demokrat Yargı Derneği Yönetim Kurulu Üyesi”.
Şöyle diyor Radikal İki’de yazdığı “Derdimiz Kemalizm miydi ki?” başlıklı yazısının girişinde:
- Biz ‘Kemalist diktaya’ karşıyız.
- Ama vurgumuz Kemalizme değil, diktayadır.
- Fakat görüyoruz ki sizin derdiniz Kemalizm imiş, diktayla sorununuz yokmuş.
Bunu bir yere not edelim.
* * *
Şimdi de aynı yazıda yer alan “Balyoz Davası” ile ilgili şu saptamaları bir yere not edelim:
- Balyoz Davası, garip bir dava.
- Bu davada ürkütücü bir sahtelik şüphesi var.
- Delillerin her biri son derece zayıf hukuki mülahazalara ve gerçekliği şüpheli belgelere dayanıyor.
- Kendiliğinden son bulmuş ya da vazgeçilmiş bir sürecin nasıl “teşebbüs” sayıldığını anlamak mümkün değil.
* * *
Yine not etmemiz gereken başka bir saptama.
Şöyle diyor “Demokrat Yargıç”:
- Balyoz Davası’nın ürettiği mağduriyetler, 28 Şubat’takilerle yarışır hale geldi.
- Acılarını küçümsemiyoruz ama 28 Şubat’ta ordudan atılanlar en azından özgürdüler ve dindar holdinglerde iş bulabiliyorlardı.
- Bugünkülerin ise aileleri, onurları, gelecekleri ve hayatları Silivri zindanlarında eriyor.
* * *
“Demokrat Yargıç”, bu saptamaları yaptıktan sonra iktidardakilere ve destekçilerine çok önemli bir ilkeyi anımsatıyor.
Diyor ki:
“Başkalarının acılarına, yaralarına ve taleplerine açık bir dünya kuramadığınızda, inşa ettiğiniz her siyasal alan sadece sizin için bir ‘cennet’ olabilir ama sizin dışınızdakiler için bir ‘dikta’ olarak kalmaya devam eder.”
İşte bunu bir yere not etmekle yetinmeyelim, mutlaka ezberleyelim.
Başkanlık sistemi tartışmasına katkı
MADEM Başbakan Erdoğan, “Barika-i hakikat, müsademe-i fikirden doğar” sözünü anımsatmış, o halde ben de fikrimi “müsademe” alanına süreyim, belki “hakikat şimşeği”nin çakmasına küçük de olsa bir katkıda bulunmuş olurum.
Buyurun, işte fakirin fikri:
* * *
En üstte cumhurbaşkanı, biraz aşağıda TBMM, ortada bir yerde yüksek yargı, dışarıda bir yerde matbuat tarafından denetlenen “başbakanlık sistemi” içinde bile bu denli “söz söylenmez sözüm üstüne” tavrı geliştirilebiliyorsa...
Ve buna rağmen “başkanlık sistemi”ne geçilmek isteniyorsa...
“Başkanlık sistemi”yle falan oyalanmak yerine... Neden doğrudan “padişahlık sistemi”ne geçmiyoruz?
Politikacılar için cep telefonu açılış mesajı
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın cep telefonu şu mesajla açılıyormuş: “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var.”
Güzel... Âlâ... Pek isabet...
Keşke başka politikacıların cep telefonları da değişik mesajlarla açılsa...
Mesela benim bu konuda birkaç önerim var:
* * *
- KEMAL KILIÇDAROĞLU: Lider doğulmaz, lider olunur.
- ABDULLAH GÜL: Tebessüm etmek sadakadır.
- GÜRSEL TEKİN: Ankara’nın en güzel tarafını özledim.
- MUSTAFA SARIGÜL: Bir gün mutlaka...
- İDRİS NAİM ŞAHİN: Önderimiz Faik Türün...
- AHMET DAVUTOĞLU: The world is not enough (Dünya yetmez).
- EGEMEN BAĞIŞ: Şaka yap, uzun yaşa...
- MELİH GÖKÇEK: Her gün kaosa mütevazı bir katkı...
- BURHAN KUZU: Yumurta saça iyi gelir.
Deniz Gezmiş’i neden unutamıyoruz
- Unutamıyoruz çünkü: Biz davamız uğruna ayağımıza taş değmesini bile göze alamazken, davası uğruna ölümü bile göze alanlara karşı büyük bir gıpta duygusuyla dolu olmaktan kendimizi kurtaramıyoruz.
- Unutamıyoruz çünkü: Biz davasızlık girdabında boğulurken, herhangi bir davaya kendilerini adayanlara karşı derin bir mahcubiyet duygusuyla dolu olmaktan kendimizi kurtaramıyoruz.
- Unutamıyoruz çünkü: Biz iktidara, güç sahibine, erklere karşı bin türlü taklayla durumu idare etmeye çalışırken, iktidara, güç sahiplerine, erklere karşı delikanlıca kafa tutma karşısında kendimizi ezik hissetmekten kurtaramıyoruz.
‘Aziz Yıldırım’a kıyak’ mı dediniz?
PROFESYONEL Futbol Disiplin Kurulu, bir Aziz Yıldırım kararı vermiş.
Demiş ki: “Ceza tayinine yer olmadığına...” Yani? “Suç yoktur” demiş.
Bazıları ateş püskürüyor:
“Bu bir Aziz Yıldırım’ı kurtarma operasyonudur.”
* * *
Ey ateş püskürenler!
Değil mi ki Aziz Yıldırım Silivri zindanındadır... Profesyonel ya da değil, yeryüzünün hangi disiplin kurulu, hangi aklama kararını alırsa alsın zerre kadar bir değeri ve anlamı yoktur. Bu nedenle...
Lütfen boşuna nefes tüketmeyin.
Tabu yıkmanın böylesine can kurban
“SOL tarih” şöyle yazılmış:
“1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda olup bitenler derin devletin işidir.”
Bu bir tabuymuş.
Ve bu tabuyu yıkmanın vakti gelmiş.
İşte çıktı Halil Berktay adlı bir kahraman, yıkıverdi tabuyu...
Dedi ki:
“Hayır, derin devletin işi falan değildir, silahlı sol grupların işidir.”
* * *
Eğer iki yazarın gazetelerinden istifaları ve bazı sol yayınlarda çıkan eleştiri yazılarını saymazsak “tıs” yok.
Hatta “tabu deviren”e destek atanların sayısı, olayı “tabu” haline getirenlerin sayısından bile fazla...
Yani öyle bir tabu yıkılıyor ki, tabu yıkan hem sıfır risk almış oluyor, hem de “kahraman” oluyor.
Ve kabak, olayı “tabu” haline getirdikleri iddia edilen kişilerin başında patlıyor.
Kısacası...
Halil Berktay’ın tabu yıkma biçimi, “dünya tabu yıkma” tarihine geçecek cinsten.
Çünkü hiçbir tabu, bu kadar kolay ve zahmetsiz yıkılmamıştı.
Uzak durulması gereken bazı klişeler
- Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya...
- Aşk geçer, sevgi kalır.
- İktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar.
- Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar...
- Mevlana’nın dediği gibi...
- En az namuslular da namussuzlar kadar...
- Münferit bir olay...
- 75 milyon bizi izliyor.
- Faşist değilim ama...
- Adam gibi adam arıyorum.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)