Vardı-yoktu derken cemaat-AK Parti çatışması şayiadan hakikate dönüştü. Partiye ya da cemaate tavır almamış, bilakis her ikisini de desteklemiş kimselerin köşe yazılarında bahsedilmesine bakarak bile “şike” tartışmasının buzdağının görünen kısmı olduğunu anlayabilirsiniz.

Cemaate yakınım ama sıkı bir taraftarı değilim; AK Parti’ye yakınım ama bu köşeyi takip edenlerin de bildiği gibi sıkça eleştirdiğim vaki... Her iki çevrenin de kıyısında, her iki çevreyi de dinleyen biri olarak, bu ayrışmanın pek çok önemli nedeni olduğunu biliyorum. Objektif gözlemci sıfatıyla kaleme aldığım bu metinde söz konusu nedenleri sıralamaya çalışacağım:

1- Büyük resimdeki en temel ayrışma nedeni, cemaatte AK Parti’nin uyguladığı dış politikanın Türkiye’yi dünya sisteminden koparacağı endişesinin var olması. Cemaat, Türkiye’nin “Müslüman” ama “Batı sistemi içinde yer alan bir Müslüman ülke” olmasını istiyor.

Ortadoğu’da yapılan yatırımlarla, ticari ve insani ilişkilerin gelişmesine karşı olmadığı gibi destekliyordu; “One minute”e de bir itirazı yoktu. Mavi Marmara’nın yola çıkması ve sonrasındaki gelişmeler, İsrail ile ilişkilerin bozulması ise cemaatin hem hükümetten hem de Türkiye’nin cemaat dışındaki mütedeyyin gruplarından ayrı düşmesine neden oldu.

Cemaat için Türkiye’nin İsrail’i karşısına alması, Ortadoğu ülkesi olmayı tercih etmesi anlamına geliyor, hükümet içinse bu “bölge gücü” olmanın anahtarı. Hakeza, İran için alınan riskler de cemaate fazla ve gereksiz görünüyor.

Bu kesimde, hükümetin “bölge gücü” olmak için attığı adımların, kurduğu ittifakların ve dahi kurmaktan kaçındığı ittifakların maceradan ibaret olduğu kanısı hâkim. İsrail’in eskisi kadar “dokunulmaz” olmadığı fikrine katılmıyorlar. Hükümet çevreleri ise Türkiye’nin Arap kamuoyundaki kredisinin bölgeyi değiştirdiğini, cemaatin değişen dengeleri iyi okuyamadığını düşünüyor.

2- Cemaat, Kürt meselesinde anadilde eğitim gibi temel haklar konusunda ilerleme kaydedilmez iken, terörle mücadelede de “komşu” ülkelere verilen açık çek yüzünden başarısız olunduğunu düşünüyor. Bu komşudan kastın yine “İran” olduğunu söylemeye gerek yok. Dahası İsrail ile ilişkilerin bozulmasının İsrail’in PKK’ya destek vermesini kolaylaştırdığından bahisle de, konu yine İsrail ile ilişkilere geliyor.

3- Temmuz ayında AK Partili taraflardan edindiğim ve aynı ay içinde cemaat tarafına da tasdik ettirdiğim bir duyuma göre, seçim öncesi Pennsylvania’da bir olay oldu. AK Parti’nin önde gelen simalarından biri, Hocaefendi’yi ziyarete gitti ve orada birtakım yakışıksız sözler zikretti. Konu dönüp dolaşıp Türkiye’deki cemaat mensuplarının Hocaefendi’ye şikâyet edilmesine, cemaat mensuplarının bir türlü memnun edilemediğinin ifade edilmesine kadar geldi. Bu olay, cemaatin seçim sürecindeki tutumunu değiştirmedi ama ilişkiler de yara aldı.

4- Partililer, cemaat mensuplarını “cemaatçilik” yapmakla, her önemli noktaya kendilerine yakın isimlerin gelmesi için kulis yapmakla suçlarken, cemaate yakın kişiler ise partiyi “hemşericilik” yapmakla suçluyor. Gülen’e sempati duyan kimselerin ayıklandığını ve birçok atamanın ve görevlendirmenin “benim köylüm”, “amcaoğlum” gibi medeni olmayan kriterlerle yapıldığını, “kadrolaşma” söylentilerinin bizzat AK Partililer tarafından köpürtüldüğünü düşünüyorlar.

5- AK Parti, cemaatin siyasi bir parti olmadığı, hele hele iktidar partisi olmadığı halde; siyasi bir erki kullanmadığı dolayısıyla “yıpranmadığı” halde, ülke politikalarını domine etmesinden rahatsız. Cemaate, “Eğitim faaliyetlerini takdir ediyoruz, ama siyaseti belirlemeyin” diyorlar.

Cemaat ise “Yönetim erki sizdedir, iktidara ortak değiliz ama gönüllülük eksenli hizmet ve düşünce kuruluşları sivil toplumun özüdür” diyor; demokrasilerde sivil toplum baskı grupları oluşturulabileceğinden bahsediyor, bunun sakıncalı görünmesinin üzüntü verici olduğunu ileri sürüyor.

AK Parti-cemaat arasındaki tartışmanın medyaya yansıması, köşe yazarlarına konu olması mütedeyyin/muhafazakâr kesimin “Nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorusuna verdiği tek ve homojen bir cevabın olmadığını su yüzüne çıkardığı gibi, artık bu tartışmanın kamusal alanda, kamuya açık yapılmak durumunda olduğunu da gösteriyor. Umarım demokratikleşme maceramızın anlamlı bir mecraya akmasına da vesile olur.