BU yılki 1 Mayıs kutlamalarının güzel, farklı, ufuk açıcı görüngülere sahne olduğunu düşünüyorum. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla Twitter'daki hesabından şu kudsi hadisleri paylaştı:
"Kıyamet gününde üç kişinin hasmı ben olurum; 1- Adıma yemin içip söz verdiği halde sözünde durmayan kimse, 2- Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kimse, 3- İşçiyi çalıştırıp, işini yaptırdığı halde ücretini ödemeyen kimse." (Buhari)
"Sevgili Peygamberimiz (SAS) buyuruyor ki: Her kimin kardeşi hizmetinde çalışırsa, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, onlara güçlerini aşan yükler yüklemesin, ağır işler yüklerseniz bizzat yardım ediniz." (Buhari)
Sonra kendilerini ''Antikapitalist Müslüman Gençler'' olarak adlandıran bir grup, 1 Mayıs kutlamaları için Taksim'e geçmeden önce, Fatih Camii'nde hayatlarını kaybeden işçiler için gıyabi cenaze namazı kıldı. Hem kadınların hem de erkeklerin saf tuttuğu bu namaz, bana kalırsa önemli bir dönüm noktası. Dindarlar "Şeriatın kestiği parmak acımaz" teslimiyetinden, "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" anlayışına geçiyor. Dindar kimselerin "Vardır bir hikmeti" gizemciliğinden, "Beşeri ve içtimai konularda zuhurata göre karar vermek ve tavır almak gerekir" noktasına yürümesini hayırlı buluyorum.
İhsan Eliaçık, Antikapitalist Müslüman Gençler'in oluşturduğu kortejin tamamen "yerli", Anadolu'dan kaynaklanan bir hareket olduğunu dile getiriyordu. Grubun ismindeki "Müslüman" vurgusu da sanırım yerliliği perçinlemek için kullanıldı.
Bir Müslüman'ın sol müktesebattan etkilenmesini, üzerinde baskı kurulmasını gerektiren bir şey olarak görmeyi çok anlamsız buluyorum. İlk kez de olmuyor üstelik. Nurettin Topçu'ya Müslüman değildi ya da medeniyet şuurundan bihaberdi diyebilir miyiz?
Öte yandan yerlilik ve solculuk, çoğu kez el ele gidiyor gibi görünse de sık sık karşı karşıya geliyor. Bu konu Antikapitalist Müslüman Gençler'in de başını ağrıtacaktır. Çünkü günümüzde çatışan iki şey, Müslümanlıkla solculuk değil. "Yerlilik" ve tüm diğer şeyler çatışıyor ya da çatışma ilişkisi içinde konumlandırılıyor.
Misal, başka ülkelerle imzaladığımız ve bizi enerji konusunda "bağımlı" hale getiren ve getirmeye de devam eden enerji anlaşmaları. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu enerjinin % 72'si yurtdışından geliyor. Bu durum kulağa hiç de "yerli" gelmiyor. Peki ne yapacağız? Nasıl "yerli" olacağız? Hatta buna rıza gösterilerek "solcu" kalınabilir mi?
Kömürümüz var. Ama kalorisi düşük, yetmiyor. 8480 km uzunluğunda kıyımız var. Enerji üretimi için gerekli aparatların yerleştirilmesi için ise sadece 400 km'si yetiyor. Bu konuda 46 proje müracaatı var ve sıkı durun 46 tane de itiraz var. Biri "Hükümet balıkçılığı yok ediyor" diye itiraz etmiş. "Tamam 50 km ileri gidelim" deniliyor, o zaman da diğeri kalkıyor "Buralar turist çekiyor, yetişin ey dostlar, doğal güzelliklerimiz baltalanıyor" diye feveran eyliyor.
Hidroelektrik santrallar ise malum, "vatana ihanet" tahtında işlem görmekte. Oysa kullandığımız suyun % 25'i de barajlardan geliyor. Baraja itiraz edenin "Tamam ben günde 6 saat su kullanmayacağım, bu hakkımdan feragat ediyorum" diyebilmesi lazım. Böyle bir feragat yok.
Su üzerinde kontrol ve denetim sağladığı için HES'e, kuşları öldürdüğü için rüzgâr türbinlerine, patlama riskine karşı nükleer enerji santrallarına karşı olmaya devam ettiğimiz ama sıcak sudan vazgeçemediğimiz sürece enerji konusunda başka ülkelere "bağımlı" kalacağız. Hükümetimiz durmadan anlaşma imzalayacak enerji kaynağı sahibi ülkelerle. Daha çok taviz vereceğiz ABD'ye; Katar'a bizimle iyi geçinmesini "rica etsin" diye.
"Yerliliğimize sahip çıkalım, ihtiyacımız olanı biz üretelim" dersek, tavrını doğal yaşamı korumaktan yana koymayı seçen sol eküriyle ve "Yerlilik diye bir şey yok, globalleşelim beyler"diyen neo-liberallerle daha çok karşı karşıya geleceğiz. Müslümanlığımız elde bir. "Müslüman solcu olur mu?" meselesinden daha önemli olan, "Yerli miyiz, solcu mu?" sorusuna cevap vermek.
(Habertürk)