Suçluyla ilişki bir ülkenin gelişmişlik göstergesidir. Eğer herhangi bir nedenden ötürü biri suç işlemişse, uygar ülkeler bu kimselerin topluma kazandırılmasını sağlamaya çalışır. Suçlunun da hakları olduğunu bilir ve en temel hakkın yaşam olduğunu göz önünde bulundurarak düzeni kurar bu devletler.  
 
Adam öldüren kişiyi bile, eğer kısasa kısas mantığını aşmışsa düzen, insanca yaşatmak temel görevdir. Suçlunun cezasını çekme koşulları temel insan haklarından bağımsız düşünülemez. Kaldı ki, cezayı mahkeme verdikten sonra, suçlunun can güvenliği, ruh ve beden sağlığı devletin sorumluluğundadır. Akıp giden güncel yaşamın dışında kalmak yeterince önemli bir cezadır. Bunun üstüne bir yaptırım koymak kimsenin iradesine bağlı değildir.
 
Suçlu olmak ve tutukluluk hali arasında bizim ülkede bir fark yok. Bir nedenden dolayı karakola düşen kişiye iyi gözle bakılmaz. Hakim karşısına çıkmak demek mutlak suçlu olmak anlamına gelir. Zaten yargıçlar da bu anlayış devam etsin diye kolay olanı, tutuklamayı yeğlemekteler.
 
Gelişmiş ülkelerde ‘Bir kişinin suçu kanıtlanana dek masumdur’ ilkesi geçerlidir. Bizdeyse ‘Bir kimse suçsuzluğunu ispatlayana dek suçludur’ anlayışı egemendir. Toplum devlet gözlüğüyle bakmaya alışmış, söz gelimi genç insanlar potansiyel suçlu olarak görülmüştür öteden beri. Buna okur, yazar olanlar, farklı dinden, milletten olanlar gibi birçok kesim eklenebilir. Kısaca söylersek, sokaklar olası suçlularla doludur. 
 
SİVAS’TA YANMAK!
Yukarıdaki ölçütleri baz alırsak, Sivas’a gidip, bağlama çalıp, şiir söylemek, yetmez gibi Aleviliğin altını çizmek, doymaz gibi bir de eleştirel dil kullanmak suçlu olmak için yeter de artar bile.
 
Nedir mesele?
 
Birilerinin inançlarına dil uzatılmıştır. Hatta dindarları rencide eden kitabı yayınlayan adamla bir de söyleşi yapılmıştır. Dahası kıyıda, kuytuda bu işi halletmek yerine reklam yapılmıştır. İnsanlar kışkırtılmıştır.
 
Azanlar Alevidir, solcudur, Allahsızdır, utanmazdır kısaca. Eh bundan kışkırmamak, delirmemek, çileden çıkmamak elde değildir. Eğer bunlara dersini verecek bir hukuk yoksa iş başa düşer ve yakmak meşru bir uygulamadır. Memleketin ortasında, suçları açık olanlara ceza verilmiştir. Hepsi bu.
 
HAYATA DÖNMEK İÇİN YAKILMAZ!
Siyasal kavganın pek çok sonucu olur. Bunlardan biri de mapusluktur. Dünün teröristi, gün gelir, iktidar olur, egemenliği ele geçirir. Terörist olmakla, iktidar olmak arasındaki ince çizgi Arap Baharı örneğinde defalarca görüldü. Dünün güçlü adamları idam sehpalarında can verdi. Vuruldu. Ömür boyu hapse mahkum edildi. Demek herkes için hukuk gerekiyor, diye düşündüler mi, bilmem ama biz gördüklerimiz karşısında insanlığımızdan utandık her defasında.
 
Biz de siyasal kavganın, hele ki devrimci mücadele sürecinde, demir parmaklıklarla kesilmesi sık rastlanan bir durumdur. Hapishane edebiyatı diye bir külliyatımız olduğunu unutmayalım. Bedenlerini tutsak ettiğiniz kişilerin ruhlarını, düşüncelerini ele geçirmek o denli kolay değil elbet. Tecrit uygulamaları, keyfi yasaklar bir an geliyor ve tutsakları canından bezdiriyor. Hele de siyasal bilinç üst düzeydeyse itirazın tonu faklı oluyor.
 
İşte böyle bir süreçte devlet, medyayla işbirliği yaparak, çok büyük bir utancı yaşattı hepimize. Yalan haberlerle, uydurma görüntülerle, adını ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ koydukları katliamı gerçekleştirdi. Devlet cezasını verdiği kişilere, ek bir ceza daha kesti ve diri diri yaktı insanları.
 
YANMAK YANMAK…
Son Urfa olayı gösterdi ki, ne sokakta, ne hapiste suç, suçluluk bedeli tam ödenemiyor. Temel gereksinimleri karşılanmayan hükümlü ve tutuklular isyan etti. Uykusuzluk, sıcak, beslenememek, yıkanamamak canları tak etmişti. Dikkat edin, hayatta kalmak için gerekli olan temel ihtiyaçlardır bunlar. Devletin canlarını teslim aldığı insanların, insan olmaktan kaynaklı hakları! 
 
Bu kez insanlar kendilerini yaktılar gibi sunuldu. Oysa bir ses vermek söz konusu olan! Dilsiz, sağır, gamsız, adaletsiz, vicdansız topluma isyandı bu kendini yakma hali.
 
Bir kişi daha yanmasın, acı çekmesin diye düşünmeye vaktiniz var mı?

(BirGün gazetesinden alınmıştır)