EN önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı can-ı gönülden kutlamak gerekiyor.
Hayır, sırf “Arap baharı” ülkelerinde sergilediği büyük performanstan dolayı değil!
Akil adam kimliğiyle dillendirdiği demokrasi ve laiklik çağrılarından dolayı da değil!
Bunlar tabii ki AK Parti liderinin, yani son tahlilde Türkiye’nin dış âlemde kazandığı devasa başarılara tekabül ediyor ama ben Erdoğan’ı kutlamak gerekiyor derken özellikle, bizzat kendi ülkemize ilişkin en hayati konuyu kastediyorum
Anlamışsınızdır, Kürt Sorunu’nu, yani buradan hareketle de Başbakan’ın karar ve inisiyatifi altında MİT’in PKK ile gerçekleştirmiş olduğu temasları kastediyorum!
İLKİN şu olguyu saptayalım: Söz konusu görüşmelerden birisinin ses kayıtları her kim tarafından ve hangi niyetle sızdırılmış olursa olsun, kumpas hedefine ulaşmadı.
Komplonun sorumlusu hükümetin son dönemdeki “şahin” söylemlerinden dolayı iktidara ateş püsküren ve onu köşeye sıkıştırmak isteyen PKK mıdır? Olabilir.
Yahut hâlâ temizlenmemiş bir “derin devlet”in tekne kazıntıları mıdır? Bu da olabilir.
Yoksa yoksa asıl fail, bantları ele geçiren ve tam Arap başkentlerini ziyaret arifesinde Erdoğan’dan intikam almak isteyen İsrail gizli servisleri midir? Yine mümkündür.
Fakat yukarıda dediğim gibi, yayı kimin çektiği fark etmiyor, zira ok nişanı ıskaladı!
ÖYLE, nitekim MİT sorumluları PKK’yla görüştü diye hiç de yer yerinden oynamadı!
Ezelden beri “kana kan, intikam” şiarını tekrarlayan ultra-şoven çevrelerin veya “ulusalcı” hezeyanı artık neo-Nazizm raddesine vardıran Maocu çığırtkanların marjinalliğini hariç tutarsak, gerek geniş kitleler, gerek politik kurumlar, gerekse de medya yelpazesi “hıyanet-i vatan” (!) vaveylasına prim vermedi ve vermiyor.
Çünkü son otuz yılın kanlı tecrübeleri o kitleleri de, o kurumları da, o medyayı da Kürt denklemini çözmek için mutlaka masaya oturmak gerektiği fikrine yaklaştırdılar.
Hasım muhatabın PKK veya PKK’lar olacağı realitesi de metazori kendini dayattı.
Zira kimse aptal ve kör değil, aklıselim sahibi herkes Madrid’in Bask yahut Londra ’nın İrlanda sorunlarını ETA ve İRA’yla pazarlık yaparak çözdüklerini gördü ve öğrendi.
Dolayısıyla yukarıdaki “hıyanet-i vataniye” (!) korkusundan ötürü açıkça itiraf ve dobraca telaffuz edilmese bile bu inatçı gerçek Türkiye’de de bilinçaltına yerleşmeye başladı.
Zaten Başbakan’ı can-ı gönülden kutlamam da kendisinden önceki hiçbir liderin cesaret edemediği adımı atarak ve üstelik “siyasi irade” kararlılığını dile getirerek, MİT ve danışmanları vasıtasıyla PKK’yla temas kurmuş olmasından kaynaklanıyor.
İmdii...
İMDİSİ şu ki, ses kayıtlarının açıklanmasıyla kurulan kumpas politik – psikolojik açıdan hedefe ulaşmadı ama ilişkinin su yüzüne çıkması da tabii ki kötü bir gelişme oluşturdu.
Çünkü yukarıdaki Madrid ve Londra yahut elli yıl önceki Paris – Cezayir örnekleri ortada, devletin devreye girdiği böylesine dirsek temaslarını sonsuz gizli tutmak gerekir.
Zira o devletin daha önce “terörist” olarak adlandırdığı kurumlarla masaya oturması hem kamuoyunda soru işaretleri yaratır, hem de politik rakiplerin eline demagoji kozu verir.
Fakat bu gizlilik artık bitti diye de “Oslo temasları”nı (!) noktalamak gerekmiyor.
Eğer sızdırmanın faili gerçekten de PKK değil başka bir kaynaksa; artı, istihbarat örgütümüz de buna ikna olduysa, bizlere hiç duyurmadan, hatta icabında tümden yalanlayarak “siyasi irade”nin soluklanacağı nefes borularını kaldığı yerden tekrar açmak gerekiyor.
Kürt Sorunu’nun çözümü ne “vur kurtul”dan, ne de “ver kurtul”dan geçiyor!
Tek çözüm, ister Oslo’da, ister İmralı’da, ister Kandil’de “uzlaş kurtul”dan geçiyor!