Makarios ve Rum siyasilerin neredeyse tümü, suyun Kıbrıs’a Türkiye’den gelmesini hiçbir zaman istememiş, hep karşı çıkmışlardı, bunu Kıbrıs adasının Anadolu’ya bağlanması olarak gördükleri için.
Dünya Bankası 60’lı ve 70’li yıllarda Kıbrıs’ta yaşanan kuraklıktan dolayı Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine, kuraklığı önlemek amacı ile Türkiye’den su getirilmesi koşulu ile bir kısmı hibe ve bu hibeye ilaveten geri kalanını da uzun vadeli ve çok düşük faizle kredi vermeyi teklif ettiğinde, Makarios ve dönemin Bakanlar Kurulu karşı çıkmıştı. Makarios 14 Mart 1971 günü Yeni Erenköy’de (Yalusa) halka yaptığı konuşmada “Borularla Anadolu’dan su getirmenin Kıbrıs adasını Anadolu’ya bağlamak olduğunu, bunu asla kabul etmeyeceklerini, susuz kalıp ölmek pahasına asla Anadolu’dan su getirmeyeceklerini, gerekirse Yunanistan’a borularla bağlanarak suyu getireceklerini” hararetli bir şekilde söylemiş, üstüne de bol bol alkış almıştı. Hayal gücü çok zengindi Makarios’un. Türkiye’yi yok sayıp Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlayarak, Helen tarihine bir kahraman olarak geçtiğinin rüyalarını görüyordu her gece. Türkiye’yi yok saymanın hatasını, adanın üçte birini ebediyen kaybetmekle ve Türk askerini Kıbrıs’ta görmekle ödedi ve kahrından öldü.
Türkiye hükümeti, her tür doğa koşullarını yenerek ve binbir zorlukla, dünyadaki ilk uygulama olarak kayda geçen bir yöntemle Anadolu’nun pırıl pırıl suyunu deniz içine borular döşeyerek Kuzey Kıbrıs’a ulaştırmayı başardı.
En zor kısmı olan birinci aşama önümüzdeki aylarda bitecek ve halen su tutma aşamasında olan Alaköprü barajında biriktirilen su, KKTC’deki Geçitköy barajına akmaya başlayacak.
Projenin ikinci aşaması ise Anadolu’dan gelecek olan suyun KKTC’de dağıtılması.
Ağzı sulanarak bu günü bekleyen pek çok siyasi ve yarı siyasiler var. Akıllarındaki proje, suyun dağıtımını üstlenecek bir kamu kuruluşu oluşturmak, içini yakın akrabalarla doldurmak ve hepsine de, işe gelene de gelmeyene de halkın sırtından, 3 kuruşluk suyu 130 kuruşa satıp, ballı maaşlar ödetmek.
Zaten başımızda KIB-TEK gibi bir bela var ve maliyeti 24 kuruşa olan elektriği 49 kuruşa üretmek ve dağıtmak gibi beceriye haiz. Çalışanlar yılda 13 maaş ve 26 tanede avanta yan gelir ile toplamda 39 maaş almaktalar. Yönetim Kurulu elektriğin maliyetini düşürmek için, fazla personeli çıkarıp maaşları 13’e indireceğine, elektriğin kilovat saatini pahalıya ürettiği ve daha düşük fiyata sattığı şikayeti ile elektrik birim fiyatını arttırmak peşinde. Utanmadan bir de “Maktu ücret” adı altında, bu kalemle ilgili hiç bir hizmet vermeden her ay açıktan 2 milyon TL’yi de vatandaşın sırtına yüklemiş ve avantadan topladığı bu parayı 39 maaşın bir parçası olarak çalışanına ödemekte, sonra da şikayet etmekte.
Bunları niye mi yazdım.
Eğer Anadolu’dan gelen suyu devlet dağıtacaksa veya da batakta olan Belediyelerimiz dağıtacaksa, aynısı başımıza gelecek de ondan.
Belediyelerin birlik olup suyu dağıtmak istemelerinin nedeni, bütün açıklarını, suyun maliyeti üzerine koyacakları ve vatandaşın sırtına aynen KIB-TEK’de olduğu gibi hizmet vermeden yükleyecekleri fahiş ücretlerle ve “Maktu Ücret” gibi veya da benzeri adlar altında ödetecekleri hayali masraf kalemleri ile kapatmak ve işi bilen kişileri istihdam edecekleri yerde, bol bol yakınlarını veya da partililerini istihdam ederek çalışanlarına hak etmedikleri ballı maaşları ödemek. Keramet burada.
Ben devletin veya Belediyelerin suyu dağıtmasına karşıyım. İşin sonunda 10 kuruşa mal olacak suyu 150 kuruşa vatandaşa satacakları kesin, ballı maaşlarla bol bol istihdam yapabilmek ve Belediyelerin açıklarını kapatmak için.
Bunun doğrusu, hisseleri halka satılacak, devletin ve politikacıların üzerinde hiçbir yetkisi olamayacağı bir “Anonim Şirket”in kurulması ve suyun bu şirket tarafından, profesyonelce, profesyoneller tarafından halkımıza dağıtılması olacaktır, aynen Telsim, Türkcell, İş bankası, Garanti Bankası, Ziraat bankası ve benzeri gibi halka açık, her tür mali denetime tabi Anonim Şirketler gibi…