Partisinin dünkü grup toplantısında Başbakan Erdoğan, düşürülen uçağımızla ve muhtemel gelişmelerle ilgili net mesajlar verdi.

 

Öne çıkan üç önemli husus şöyle: 1. Suriye ile ilişkilerde yeni bir döneme girilmiştir. 2. TSK'nın angajman kuralları artık bu yeni aşamaya göre değiştirilmiştir. Suriye'den sınırımıza yaklaşan her askerî unsur tehdit olarak değerlendirilecek ve askerî hedef muamelesi görecektir. 3. Hz. Ali'nin, "haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır" sözü ile İran'a yapılan ikazdır: "Suriye'deki katliamlara destek veriyorsunuz, temel felsefenizi inkâr ediyorsunuz..."

 

Kesinleşen bir nokta var. Suriye, uçağımızı hasmane bir tutumla kasten vurmuştur. Mazeretlere sarılması, yalan söylemesi boştur. NATO üyelerine sunulan bilgiler, belgeler, uydurma olamaz. Teknolojinin ortak bir dili var. Eğer Türkiye yanlış belge veriyorsa, Suriye'nin bunu yalanlayacağı zeminler var, bu yolu deneyebilir. Ama denemeyecektir. Bunun altını şundan çiziyorum. Bazı yazarlar, "İyi de böyle gergin bir dönemde bizim jetimiz neden öyle uçuyor?" diyorlar. Suriye helikopterleri de böyle gergin dönemde sınırımızı beş defa ihlal etmiş. Ama biz onların helikopterini düşürmemişiz. Kaldı ki, uzmanlar kuralları, teamülleri hatırlatıyor. İhlal olunca yapılması gerekenler belli. Bunların hiçbirini yapmayıp uçağı vurmak, önceden planlanmış bir iştir.

 

Şimdi asıl soru şudur: Suriye bizim uçağımızı düşmanca davranarak kasten neden düşürdü? Suriye, bu kararı tek başına mı verdi? Kimden, hangi ülkelerden cesaret alıyor?

 

Sayın Başbakan, dün Meclis çatısı altında aslında bu sorulara cevap verdi: "Türkiye, dostlarıyla el sıkışmıştır, kardeşleriyle kucaklaşmıştır, Türkiye akrabalarıyla yüz yıllık hasret gidermiştir. Akrabalarına sırtını dönen bir ülkenin özellikle de Türkiye'nin, bu coğrafyada büyümesi asla söz konusu olamaz. Türkiye'nin kardeşleriyle kucaklaşmasından rahatsız olanlar var. Rahatsız çevrelerin, Türkiye'ye yönelik terörü desteklediklerini biz çok iyi biliyoruz. Bölgede kadastro mühendisliği yapılmasına Türkiye asla göz yummayacaktır." Suriye tuzağını, evet bu ifadelerde aramalıyız. Türkiye; ekonomisi, sosyal politikaları ve demokratikleşmesi ile giderek güçleniyor. Bölgesinde ve uluslararası siyasette önemli bir aktör haline geliyor. Bunun getirdiği sıkıntılar var.

 

Dışarıdan başlayalım. Başta haset, menfaat çekişmeleri, Türkiye'nin yeni muhafazakâr demokrat çizgisinden rahatsızlık duyan komşular yok mudur? Türkiye'nin, hep kendi eksenlerinde uydu bir ülke olarak kalmasını arzu eden küresel aktörler yok mudur? İçeride, vesayet sürsün diyen statüko bekçileri, konumlarını kaybetmemek için, Türkiye içine kapalı kalsın diye hâlâ diretmiyorlar mı? Mevcut iktidarın, demokratikleşme iradesi -noksanlarına ve hatalara rağmen- onları rahatsız etmiyor mu? Fırsat bulsalar, sırf bu iktidar gitsin diye Türkiye'nin bir maceraya atılmasına, ekonomik bir kaosa düşmesine sevinirler mi, sevinmezler mi? "Biz değiştik artık" deyip, yeni tuzaklar kurmazlar mı?

 

Tarihimize, değerlerimize sahip çıkan ve kendi benliğimizle yoğrulacak dış politika çizgisi, Batı adına bir rahatsızlık değilse, nedendir? İkide bir, "Türkiye eksen değiştiriyor" jurnallemeleri artık bitmeli değil mi? Türkiye illa ABD'nin, AB'nin dümen suyunda bir ülke mi olmalıdır? Tamam, dünyadan kopmayalım, ama kendimiz kalarak, kendi değerlerimiz üzerinde güçlenerek dünya ile entegre olalım. ABD ile de, AB ile de pazarlık gücümüz olsun. Türkiye onlara ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, onlar da Türkiye'ye, özellikle medeniyetler ittifakı, küresel barış adına o kadar ihtiyaç duyduklarını anlamalı değiller mi?

 

Tamam, İran ile iyi geçinelim. Ama İran'ın zamirinde ne var, asıl ne yapmak istiyor, İslamî söylem, Fars milliyetçiliği için perde mi değil mi, bunu sorgulamayalım mı?

 

Suriye, tuzakta kapandır. Kapanı değil, tuzağı kuranları görebilmeliyiz...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)