Su havzalarının üstünde kentsel dönüşümün yükseldiği, oto yolların uzandığı, sanayi atıklarının akarsuları köpüklü zehir yatağına dönüştürdüğü ülkemizde, dünyada eşi benzeri olmayan 'damacana' su sisteminin beş markası 'sağlığa uygunsuz' bulunmuştu.
Sağlık Bakanlığı'nın denetimler ve analizler sonunda İstanbul'da damacana dolumu yapan beş markanın ardından diğer illerde de 15 firmanın adını açıklayarak 'sağlığa uygunsuzluğunu' ilan etmiş ve yaklaşık 300 firmanın etkin olduğu 'ambalajlı su piyasaları' sallanmıştı.
Oysa şimdiye dek merdivenaltı/gecekonduvari dolum tesislerinde 'etiket üzerinde yazılı kaynaktan' alındığı iddia edilen sular mükerrer defa kullanılmış damacanaların 'deterjanla dezenfeksiyonu' neticesinde doldurularak piyasalara arz edilirken sıhhiliğinden sual edilemiyordu...
Ve Sağlık Bakanlığı'nın analizlerinde damacana sularında insan dışkısına, koliform bakterisine rastlanınca, gelişmiş plastik teknolojilerine sahip su şirketleri onca yıldır kullanılan plastik damacana ambalajının kanserojen madde içerdiğini açıklamıştı...
Böylece medyamızın yardımıyla kamuoyunun dikkati 'sağlıklı suya' çekilirken bizler de daha pahalı ama 'güvenilir suya' doğru yönlendirilmeye başlamıştık...
Çünkü temel insan hakkı 'suyun' paralı bir ürüne çevrilmesini küresel kent İstanbul başta olmak üzere halkımız pet şişe içme suyuna nazaran daha ucuz olan 'damacana suyu' ile uzun yıllardır tecrübe etmiş ve çeşme suyunun içildiği dönemleri hafızadan silmiştik...
Küresel su tekellerinin Avrupa dahil yayılmacı ve tekelci coğrafyasına mecburen dahil olurken yerel damacana firmalarının hijyen sınırlarından anca haberdar edilmiştik...
Demek ki medyada 4 milyar TL'ye yakın olduğu yazılı içme suyu piyasasının yüzde 50'sine sahip yerli ortaklı küresel markaların kapsama alanı artırılacak ve küçük, orta ölçekli esnaf firmalar da epeyce kenara çekileceklerdi.
Suyun özelleştirilmesinde 'mahalle damacana su bayi devri' kapanırken teknoloji devrimi plastik ambalajda 'hijyeni' garanti ülkemizin doğal su kaynaklarından 'bedavaya' doldurulmuş suyu küresel bir markanın adı altında satın alıp içecektik.
Çünkü dünyanın sayılı su kaynaklarının üstünde oturan ve küresel güçlerin 2040 jeo-stratejik raporlarında adı geçen Türkiye'nin büyük kentlerinin kalitesi düşük çeşme sularından alüminyumdan arseniğe çeşitli organik ve inorganik kirliliklerle dolu sular akıyordu.
Açıkçası halkın sağlıklı suya erişimi için yegane yol olarak suyun 'özelleştirilmesini' dayatan küreselleşmeye derelerini HES yaparak 'elektrik üreteceğiz' diye 49 yıllığına içme suyu kullanma ve satış hakkını devrederek uyan Türkiye'nin...
Bu hız ve hırsıyla 2040 yılına kadar tatlı su kaynaklarını kurutacağını herhalde ABD Ulusal İstihbarat raporu bile öngörememişti...
Dağların arasından akan derenin kenarında yaşayanlara bile kontörlü su sayacı takılacak ve pet şişe ya da yeni nesil plastikte ozon geçirilmiş suyu tüketeceklerdi...
Çünkü devletimiz Trabzonspor dahil yeni HES yatırımcıları ve tekellerine, güvenlik kuvveti bulundurma yetkisi kanunu çıkartmış ve suyun yanına yani 'özel mülkiyete' yaklaşanı 'etkisiz hale getirmekle' görevlendirmişti...
Ve artık halkımız suya harcayacağı parasına göre güvenilir, sağlıklı ama 'pahalı' suyu mu yoksa koliform bulaşıklı kanserojen ambalajlı 'ucuz' suyu mu tercih ederdi bilemezdik...
Ama artık hepimiz 74 milyon su tüketicisi olmuştuk...
(Akşam gazetesinden alınmıştır)