"Mübarek Ramazan'ın üçüncü günü bahsedecek başka mevzu kalmamış mıydı be adam!" diye aksilenmekte haklısınız fakat neyleyelim ki bu da bir nevi memleket meselesidir.
İçki eşiktir, yol olmamalı
Eskiden içki içmeyenlerin bir kısmı, içki içenlerin bir kısmına böyle açıktan ta'netmez, "Allah kurtarsın; Allah ikrahlığını versin, vah vah!" der veya düğünde, şenlikte güyâ gizli gizli tezgâh altından yapılan votkalı meyvesuyu servisine dadanarak kafayı bulan gençlerin saçmalamaya başlamalarını fark edince, "Bakındı şu yaramazların yaptığına" makamında merhamet ve hoşgörüye sarılmış bir azarlama tavrı ile görmezden gelirlerdi.
E, hatırlayalım lütfen; eski zamanlarda alkollü içkiler bakkaldan büfeye, koltuk meyhanesinden lokantaya, gazete sayfalarından dizi film sahnelerine kadar neredeyse her tarafı kuşatmamıştı. Alkollü içkiyle toplumun arasında sınırları kendiliğinden çizilmiş bir centilmenlik anlaşması vardı. Hiçbir yasak olmamasına rağmen Tekel bayiliği yapan bakkal, çoluk-çocuğa içki satmaz, çoluk-çocuk da herkesin görebileceği yerlerde bira stajına başlayarak alkollü bir hayatın ilk adımlarını emeklemeye kalkışmazdı. İstatistikleri bilmiyorum ama son otuz yıl içinde kişi başına içki tüketiminin nereden nereye gittiğini bilseydik daha rahat konuşabilirdik; bununla beraber son beş yılla ilgili rakamlar elimizde ve bu rakamlara bakarak Avrupa ülkeleri arasında "Dipçil" olsak bile şahıs başına alkollü içki tüketiminde emin ve istikrarlı adımlarla çağı yakaladığımızı ifade edebilirim.
Dünkü hayatta içki, önemli bir eşikti; o eşikle karşılaşan bir miktar duraklar, düşünür ve kendine göre bir karar verirdi; şimdilerde bu eşiğin giderek düzleştiğini, biraz yalama hale geldiğini fark ediyoruz. Bu eşik karşısında herkes bir lâhza tereddüd edip düşünmeli, en azından sağlıklı karar verecek kadar kendine zaman tanıyabilmelidir. İçki satış yerlerinde konulan sınırlamalar içkiyi yasaklamıyor, sadece yol haline gelmesini önlemeye çalışıyor. Her toplumun böyle sınırlamalar getirmeye hakkı var ve esasen alkol tüketim şampiyonluğunun birinci liginde oynayan ülkeler bile tüketime tahdid getirmekte tereddüd etmiyorlar.
Muhafazakâr örtü, Türkiye'nin üzerini kapatıyor mu?
Bir süre önce Eyüp semtindeki Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen bir müzik festivali çerçevesinde alkollü içki tüketimiyle ilgili tartışmalar, artık bıkkınlık verecek hale gelen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Laikçi çevreler, hayat tarzlarına belediye eliyle veya mahalle baskısı sebebiyle tahdit konulduğuna dair şikâyetler seslendirdiler. İçki sınırlamalarının tehdidkâr boyutlara vardığını ileri süren bir yazar, endişelerini şöyle dile getirdi: "Aslında Eyüp'te meydana gelen son olay, farklı yaşam tarzlarına karşı sergilenen tahammülsüzlüğün ulaştığı boyutları gösteren çarpıcı bir örnektir.? Anadolu'da içki servisi yapılan lokallerin sayısının hızla azalması, ruhsatlarının AK Partili belediyeler tarafından yenilenmemesi, bu tür yerlerin şehir dışına taşınmaya zorlanması, bazı öğretmenevlerinde içki yasağı getirilmesi gibi daha pek çok örnek verilebilir. ?Bütün bu gelişmeler giderek belirleyicilik kazanan bir yönelişe işaret ediyor. O yöneliş, koyulaşan muhafazakâr bir örtünün yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde Türkiye'nin üzerini kaplamakta oluşudur. Bu örtü inerken 'Farklı hayat tarzlarına saygılıyız' şeklindeki söylemlerinin sedası boşlukta giderek uzaklaşıyor."
Bu ve buna benzer sızlanmaların iki farklı çehresi var: Basınımızda bol miktarda görülen, "İçki yasağı konuldu, kapsamı çaktırmadan genişletiliyor" türünden haberleri okuyanlar, Türkiye'nin sanki Suudi Arabistan veya İran'da olduğu gibi içki içenleri alenen falakaya yatıran veya hapseden bir ülke olduğunu zannedebilirler. Bu kanaatin abartılı ve haksız olduğu tartışmasız. Türkiye, Avrupa'da içki tüketiminin sonunda yer alan bir ülke olmasına rağmen meraklıları için -Ramazan ayları da dahil- içki içmek isteyenler isteklerine nail olabiliyorlar. Pratikte, yani hayatın içinde, kaldırımda, sokakta içki yüzünden niza gürültü çıkmıyor; buna rağmen, "Yeteri kadar güçlü bağırmazsak, yasakların ardı arkası kesilmez" endişesiyle basınımızdaki içki dostları, hayli abartılı ve dramatik bir yasak manzara çizmekten vazgeçmiyorlar.
Laikçilik, içkiyle değil başka sembol ile kendini ifade etmeli
Dağıtmayalım, son on seneden beri içki, laikçi basın tarafından bir sembol haline getirildi ve laikçi hayat tarzının lâzımelerinden birisi olarak kabul edildi. Bir hudut işareti, bir ayrışma göstergesi oldu; keşke olmasaydı. Keşke ayrışma göstergelerini parlatmak yerine, ortak toplum değerlerini daha çok vurgulayabilseydik. Keşke maraza çıkarmak yerine farklılıklarımızı daha zarif, daha medenî, daha kabul edilebilir davranışlarla ifade etmenin yolunu bulsaydık.
Bu konuda suçun hepsini laikçi kanada yüklemek mânâsız; dünyanın her yerinde içki satışlarına ve tüketimine getirilen sınırlamaları Türkiye'de de uygularken daha izah edici, daha anlayışlı ve ikna edici olunabilirdi. Laikçiler de "Canımın istediği yerde içki içebilirim; sen bana dokunursan hayat tarzımı daraltmış olursun arkadaş!" diye dayılanmak yerine meselenin toplum sağlığı ile boyutlarını kabullenebilirlerdi.
İçki serbestisi üzerinden kamplaşmak mâkul ve isabetli bir şey değil; neticede meselenin toplum sağlığını ilgilendiren önemli bir tarafı var; en katı laikçi bile, en azından "içki âdâbı" hakkında kendince bazı ölçülere sahiptir; çocuk yaştakilerin ve erken gençliğin alkolden uzak tutulmasına körü körüne karşı çıkmaz. Esasta önemli bir çatışma olduğunu sanmıyorum, çatışma davranış tarzında beliriyor.
Bektaşi babaları laik miydi?
Bu tatsız ve netâmeli konuyu, edebiyat ve folklor dünyamızın, tâbir yerinde ise en laik karakteri Bektaşi babası ile noktalayıp tatlıya bağlayalım:
Sohbet sırasında Bektaşi'ye takılıyorlar:
-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın?
Bektaşi'de mazeret hazır,
-Vallahi tutacağım tutacağım, çok da isterim ama halim mecâlim yok.
-Peki baba, iftara çağırsalar gider misin???
-Doğrusu iki elim kanda olsa giderim.
-Oldu mu baba? Allah'ın emrini dinlemiyorsun ama kulların davetini kaçırmıyorsun!??
-Bunda şaşılacak bir şey yok; bilirsiniz ki Cenab-ı Hak merhametlidir, affeder fakat kulları gücendirmeye gelmez!
(Zaman gazetesinden alınmıştır)