Kapalı bir toplum olduğumuz günleri anımsıyorum. Dış dünyayla bağlantılarımız alabildiğine kısıtlıydı.
Sadece kuşatma altındaki getto günleri değildir işaret etmek istediğim. Gettolar öncesi günlerde de kendi muhafazakâr sınırlarımızı koymuş, Kıbrıs Türk halkı olarak bu adada, küçük mutlulukların insanları olarak, büyük bir aile gibi yaşıyorduk.
O dönemlerde halkımızda çok modaydı kafesler içinde çeşitli kuşlar beslemek. Vamık Volkan Hoca bir analizinde bunu kapalı toplum sendromumuza bağlamıştı. Kafesin içindeki kuş ne dışarıya açılabiliyordu, ne de kafesi içine yabancıları alabiliyordu.
Bir de minik akvaryumlar içinde balıklar beslerdik. Onlar da tıpkı kuşlarımız gibi ne tertemiz suyla dolu akvaryumdan dışarıya çıkabiliyorlar ve ne de akvaryumlarının içine yabancı bir unsur alabiliyorlardı. Tıpkı kendilerini besleyen Kıbrıslı Türk insanı gibi…
Yeterince özgür değildik belki ama bakirdik. Tecrit edildiğimiz bölgeler adeta hijyenik ortamlar gibi bizi nice tehlikeden koruyordu…
* * *
Sonra bir gün geldi, çevremizdeki kuşatmalar kalkıverdi birdenbire… Dış dünyayla buluştuk hijyenik ortamlarımızdan çıkarak… Sosyal ve fiziki virüslerle buluştuk… Sosyal ve fiziki hastalıklar bizi kemirmeye başladı. Hiç tanıdığı olmadığı olaylarla ve risklerle haşır neşir oldu dünün o kapalı, bakir ve hijyenik toplumu…
Kumar, fuhuş, cinayet, şiddet, hırsızlık, trafik faciaları, intiharlar, dolandırıcılıklar, üçkâğıtçılıklar, ikiyüzlülükler, hırs, psikopatlıklar… Kanserin her türü, kalp hastalıkları, ruhsal bunalımlar, çevresel kirlenmelerden zehirlenmeler…
Sayın sayabildiğiniz kadar… İnsan nesillerini kırıp geçiren, derinden çürüten ne kadar sosyal ve fiziki illet varsa duvarlarını yıkıp dış dünyayla buluşan toplumumuza musallat oldu. Kuşlar kırılan kafeslerinden dış dünyanın riskli bilinmezliklerine uçtu… Balıklar darmadağın olan akvaryumlarından fırlayarak tam anlamıyla sudan çıkmışa döndüler… Ne kafeste tutulan kuşlar kaldı, ne de minik akvaryumlarda beslenen balıklar…
* * *
Bu son durumumuza Vamık Volkan Hoca’mız nasıl bir analitik yorum getirir sizi bilemem ama ben halimizi Amerika Kızılderililerinin kaderine benzetirim…
Amerika keşfedilinceye dek Kızılderililer de en bakir alanların doğal ve hijyenik ortamlarında sağlık ve mutluluk içinde yaşadılar. Sonra bir gün Kristof Kolomb gemileriyle çıkageldi… Onu Ameriko Vespuçi’nin ve diğerlerinin gemileri izledi… Avrupa’nın ne kadar kirli serüvencisi varsa soluğu yeni keşfedilen bu bakir dünyada aldı. Ve derken eski dünyanın beyaz insanları, eski dünyalarının tüm kirlilikleriyle yeni keşfettikleri bu hastalıksız cennetin bakir insanlarını hasta etmeye başladılar…
Dışarıdan gelen kirli akınların görünmez duvarlarını yıkması, Amerika Kızılderililerinin sonunu getirdi. Yaşanan insanlık faciası, Son Mohikanlar efsanesini insan olanların duyarlı yüreklerine ateşle kazıdı…
Dış dünyayla buluşma sürecindeki Kıbrıslı Türklerin şimdi içinde yuvarlanmakta oldukları ölümcül ve tüketici tehlikelere baktıkça kafamı ağrıtan acılı soru şudur: “Acaba bizler de bu çağın son Mohikanları mıyız?”…
(Kıbrıs gazetesinden alınmıştır)