"Olay gerçekten, iddia edildiği anlamda bir 'isyan' mıydı ve Seyit Rıza da bir 'şaki' yani eşkıya mıydı?"

Geçen ay Ezgi Başaran’a verdiği söyleşide “Biz dindarlar Kürtlerin ıstırabını hissetmedik” dediği için hem PKK hem de İslami camia tarafından eleştirilmişti.
Ama o geri adım atmadı.
Radikal’e “Biz dindarların Kürt Sorunu ile sınavı sürüyor” başlıklı bir yazı daha gönderdi.
Muhafazakâr camianın Kürt Sorunu’na yaklaşımındaki sorunların daha iyi anlaşılması açısından önemli bir tartışma başlattı.
İşte o isim, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak, rotahaber’de bu kez Dersim tartışmalarına ilişkin hayli ilginç bir tanıklık yazısı kaleme almış.
Dersim’de yaşanan korkunç katliamları onca bilgi ve belgeden sonra hâlâ ‘isyan’ diyerek meşrulaştırmaya çalışanlar var.
Oysa Uşşak “Emir tek kelime idi: İmha” diyor.
Neden mi?

***
Buyurun bu kez de ‘öteki mahallenin’ vicdanlı kalemi Cemal Uşşak’tan okuyun:
CHP sözcülerinin, Dersim katliamı karşısında yarım ağız söyledikleri, “Orada bir isyan vardı. Ordu isyanı bastırmak için harekât yaptı. Ancak bu arada bazı aşırılıklar olmuş olabilir. Ayrıca Seyit Rıza da ‘şekavetten’ dolayı idam edildi” sözüne karşı benim de bir tanığın beyanları üzerinden söyleyeceklerim var.
Olay gerçekten, iddia edildiği anlamda bir “isyan” mıydı ve Seyit Rıza da bir “şaki” yani eşkıya mıydı?
Bediüzzaman Said Nursi’nin yakın talebesi, Albay Hulusi Bey (o dönemde binbaşı) hatıralarında şöyle diyor: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir tek kelime idi: İMHA. Canlı bir şey bırakmayınız; genç, ihtiyar; çocuk, kadın vs.”
Ellerini öpmekle bahtiyar olduğum, doğruluk timsali olan Albay Hulusi Yahyagil, sıradan birisi değildir ve tanıklığı çok önemlidir. İki bakımdan…
Birincisi, bölgede görev yapması; aslen Elazığlı olup, bölgenin hususiyetlerini iyi bilmesi. İkincisi, Said Nursi’nin en yakın talebesi oluşu.
Sözlerinin ağırlığını ona göre tartmak gerekiyor. İsnat  edilen suç neymiş? 
Vergi verememek. Haydi, başka kaynaklarda yer aldığına göre, çocuklarını askere gönderememeyi de buna ekleyelim.
Verilen ceza ise tek kelime ile imha.
Üstelik çoluk çocuk, genç, ihtiyar canlı hiçbir şey bırakmamacasına.
Bunun adı, kesinlikle “eşkıyalığı önleme” olamaz, bu doğrudan doğruya bir katliamdır.
Ucu nereye dayanırsa dayansın, emir ve talimatı kim vermiş olursa olsun, işin vahametini ortadan kaldırmaz.
Öyle sanıyorum ki, o yıllarda ülkenin başka yerlerinde de, “vergi verememe” veya “askere evladını gönderememe” durumları vardı.
Verilen cevap ise asla kitlesel değil, suçun muhatapları ile sınırlı idi.
Yani asker kaçakları takip edilip bulunur; askere alınır; vergi cezaları ise gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir; bu da yapılamıyorsa, borçlu vatandaş yol inşaatlarında çalıştırılırdı.
Ancak söz konusu Dersim olunca, bir kitlesel imhadan bahsedebiliyorsak, bunun adı asla “şekavetle mücadele”  değil, dönem yöneticilerinin ifadesiyle te’dip’tir.
Dersim üzerinden, hem Doğu’ya hem de ülkenin başka yerlerine gözdağı verme. Pandoranın kutusu açılmış ve dahi ok yaydan çıkmıştır.
Türkiye’nin, yakın tarihinde yaşanan benzer olaylarla; açık ifadesiyle insanlık suçlarıyla yüzleşmesi zamanı gelmiştir. Bu elbette ki, kanatıcı ve acıtıcı olacaktır ama gelecek nesiller için pek faydalı olacaktır.
Bu arada Hulusi Yahyagil aldığı bu emir ve talimattan dolayı çok mustariptir. Elinin kana bulaşma ihtimali bile kendisini perişan etmiştir.
Ancak, yönetimindeki piyade birliğinin bölgeden çekilmesi ve yerini topçu birliklerinin alması sayesinde elini kana bulamamıştır.