Takvime bağlanmış bir plan adım adım ilerliyor... Başbakan’ın son grup toplantısındaki ifadesiyle provokasyonlara açık bir süreç bu... O yüzden Sinop’taki olayları değerlendirirken Erdoğan çok gergindi... Kırılgan zeminin birden aleyhlerine dönebileceğinden endişelenmişti... Ankara ve İstanbul’dan polis aktarılmasına rağmen doğabilecek tepkilerin önlenememe riski kendisini korkutmuştu... İnce ince örülen ‘açılım’ın en önemli etabı olan ‘halka kabul ettirilmesi’ projesi bir anda çökebilirdi...
Kamuoyu, Samsun’daki olaylardan sonra BDP’lilerin kendi kararlarıyla geziyi iptal ettiklerini duydu... İşin aslı öyle değildi, Hükûmet devreye girdi ve kararı BDP’lilerle birlikte aldı... Olayların katlanarak artacağı ve özellikle TAYAD’dan, Rahip Santoro’dan ve Hrant Dink’ten ‘sicilli’ Trabzon’da büyük olaylar çıkabileceği, bunun da bütün Türkiye’deki sözde ‘olumlu’ havayı bozabileceği istihbaratı, yolculuğun kesilmesine yol açtı...
Karadeniz turu psikolojik bir duvarı daha yıkma eylemiydi... Sükûnet içinde tamamlanmış olsaydı, pazarlanacak mesaj belliydi: Bölücülük konusunda en hassas yer olarak görünen Karadeniz de açılımı kabullendi!..
Nasıl, yüzlerce şehit ailesi derneğinden bir yöneticiyi yakalayıp, onun üzerinden “Bakın şehit aileleri bile barış sürecini destekliyor” mesajı çıkarıyorlar ve bunu medya aracılığıyla sanki bütün şehit ailelerinin ortak görüşüymüş gibi pazarlıyorlarsa, aynı mesajı “Halkın en dirençli gibi görünen kesimi Karadenizliler bile açılımı destekliyor, bu iş tamam”a dönüştüreceklerdi...
Nasıl, bir ‘milliyetçi’ sanatçıyı yakalayıp, istedikleri gibi konuşturunca, -sanki aksini iddia eden varmış gibi- “Milliyetçiler de analar ağlamasın, kan dökülmesin, ölümler dursun istiyorlar” şeklinde bütün milliyetçiler adına ‘onay’ mesajı çıkarıyorlarsa, aynı mesajı sahil yolunun üzerine tespih tanesi gibi dizili şehitlerin adını taşıyan üstgeçitlerin altlarından geçilerek turlanan Karadeniz’den vereceklerdi...
İstedikleri olmadı, hem AKP, hem de partneri BDP ‘şimdilik’ kaybetti... Ama halka karşı kaybetmeyi kabullenmek yerine, olayları muhalefete, ‘barış istemeyen’ diğer örgütlere, hatta Gladyo’ya bağlamayı tercih ettiler... Medyadaki ‘her renkten ağız birliği’ derhal hareket geçti... Olayların organize değil, ‘doğal’ bir tepki olabileceğini görmek ve göstermek istemediler...
Şunu çok iyi biliyorlar: Bu süreci milletten başka sekteye uğratacak güç kalmadı... Muhalefetin durumu tam bir trajedi... Birisi zaten köküne kadar bu işin içinde... Diğeri ise bütün mesaisini ülke yanarken kendi teşkilatlarını tırpanlamak ve çaycı çay tepsisini bile devirse “Aman provokasyon olmasın” mesajı vermekle geçiriyor... Medya ezici çoğunlukla ‘süreç lehine’ militanlık derdinde... Sermaye sınıfı ondan geri kalmıyor... Sivil toplum örgütleri de tıpkı medya gibi büyük çoğunlukla ‘güvenilmez’ pozisyonda... Ne tepki vereceğini tam kestiremedikleri millet de ‘alıştırma evresi’ni atlatırsa iş kemale ermiş olacak!..
Karadeniz’deki küçük çaplı çırpınma, onlar açısından ‘millet’ riskini gözler önüne serdi... AKP’ye oy vermiş olanlar da bile hazmedilemeyen bu süreç, bundan sonra bütün gücünü bu alana odaklamak zorunda... Çünkü açılımın nihaî hedeflerinden birisi, yeni anayasa, aynı periyoda denk gelen mahallî seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ‘milletin tercihi’ni her zamankinden daha büyük öneme kavuşturdu... Referandum ve Meclis seçeneklerinden hangisi ‘tayin edici’ olacak belli değil... AKP içi ve Meclis içi dengelerin nasıl seyredeceğini kimse tam kestiremiyor... İşte tam da bu noktada bir-iki puanların bile tarihin seyrini değiştirebileceği bir tünelden geçiyoruz...
Burada yoğunlaşmak, millete, ’makarnacı, kömürcü, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam’ diyen sorumsuzluktan uzak durarak, kıvılcımların ortalığı ışıtmaya başladığı bu gedikten yürümek lâzım...
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)