Kadın ve erkeklerin aradıkları   doğru eş tanımlaması için kullanılan bir terimdir Ruh ikizi sözcüğü. Kimisi batan güneşinin yeniden doğmasını beklerken kimileri de mucizelerin hayatına girmesine odaklanır. Hiç birisi olmayınca da tüm olumsuzluklar gelir bireyi bulur sanki. Sonuç  nedir derseniz; elbette hüsran..


İyi de biz ruh ikizimizi gerçekten ararken, bu tanımın altında yatan gerçekliği biliyor muyuz dersiniz? Kim bilir belki de bilmiyoruzdur. Ya da olaylara  farklı bakıyor olabiliriz. 


“Ruh ikizimi ararken; öküzümü buldum”. Sevgilisinden ayrılmış veya eşiyle anlaşamayan çiftler sıklıkla tüketir bunu..  Her bireyin arayış ve deneyimle  güdüsü  farklı  olsa dahi günün sonunda bu  cümleyi mutlaka duyarız onlardan. Ve çoğumuz güler geçeriz de. Acaba gerçekten öküz ve ikizi karıştırıyor olabilir miyiz?  Ya da derinlemesine ingirgemeden spontane tüketiyor da olabiliriz bu cümleyi.


Peki ama ruhumuzu tanıyor muyuz? Bir başka ruhu anlamak için, öncelikle kişinin kendi ruhsal dengesini sağlaması gerekiyor  diyor filozoflar. Bana göre, ruh ikizini bulmanın yolu,  önce kendi ruhunu yakından tanımaktan geçiyor. Bir insanın bedenini ikiye böldüğünüzü imgeleyin yarısı erkek yarısı dişidir. Çünkü her birimiz bir erkek ve bir kadından meydana geliriz. Dolayısıyla her ikisinin de enerjisini alırız. Bu yüzden herkeste eril ve dişi enerji eşittir. Bu ego değil, enerjinin ta kendisidir. İçimizdeki erkek enerjinin denge de olabilmesi için, dişinin de dengeye gelebilmesi gerekmektedir. Yani dişiyi sevmenin de yolu erkeği sevmekten geçiyor. Bu durumda bana kalırsa; bir kadın olarak içimizdeki erili seversek karşımıza doğru insan çıktığında o erkeği de  sevebiliriz. Biz hangi enerji frekansını yayıyorsak, ayni doğrultuda olan frekanstaki   kişileri çekeriz. Fakat bu;  “ben yazdıkça  ve paylaştıkça mutlu oluyorum” diye karşımdakinin ille de yazması anlamına gelmiyor. Ama ben bu statüdeyim, karşımdakinin de ayni seviye de olmasını isterim demek bir frekanstır. Veya zeki bir kadın/ adam isterim demek de öyle… Matematiksel bir hesaplamaya tabi tutulacak bir mevzu değildir yani.. . Ve hatta çok maddesel takılanlar bu söylediklerimi ret ediyor da olabilir.


Fakat eril ve dişi enerji cinsiyete ait gibi gözükse de bu tamamen cinsiyet meselesi olarak algılanmamalıdır. Çünkü cinsiyete ait değildir. Sebebi ise; cinselliğin sadece bir kısmını kaplamasıdır. Belki %30’udur kabaca fakat diğer kısmı değil. Önemli olan eril ve dişinin bütünleşip uyumlu olabilmesidir. Bu noktada denge karşımıza çıkıyor. Fakat bu yüz yüze  iletişimde; mimik ve jest yapma halinde de olumlu veya olumsuz kendini gösterebilir. Kısacası söylediğimiz laflarla ölçülecek bir anlaşma biçiminden ziyade; duygusal olarak açığa çıkan ve baskın olan ruhsal tarafımızla alakalıdır. Genellikle kadınlarda dişil enerjisi baskın olan kimselerin daha uyumlu olduğu gözlemlenir. Erkeklerde ise tam tersi…Yalnız tekrar ediyorum; karşısındakinde değil; kendi içinde…


Bunu keşfedemeyenin vay haline…Nedeni insanın kendisini değil, sürekli karşısındakini sorgulamasıdır. Sen ne yaptın? neden yaptın? Ama ben ne yaptım ve neden yaptım sorusunun yanıtını aramak aklımızdan geçmez. Dolayısıyla mekanikleşmeye doğru gidiyoruz. Gün geçtikçe artan  gürültü kirliği var… İnsanlar bedenini ve ruhunu dinlemedi için çatışma yaşıyorlar. Böylece doğada kirlenmiş oluyor. Oysa biz doğaya hakim olduğumuzu ve olumlu anlamda da sahip çıktığımızı sanıyoruz. Fakat doğal bir sahiplenme söz konusu değildir. Dışarıdaki çöpleri toplamak ona sahip olduğumuzu göstermez. Ya da çöplerin toplanmayışı konusunda fikir beyan etmek, çevreci olmak, dernek kurmak ya da vegan olmak demek değildir. Gerçi  Vegan olunca insan kendini daha mı rahat hissediyor oda ayrı bir tartışma konusu…  Kendini doğaya karşı olan görevlerini yaptığını sanıyor.. Simgeleştirilmiş bir durumun devamını sağlıyor. Durumu görselleştiriyor ve psikolojik anlamda kendisini rahatlatıyor.. Günün sonunda etin  vücudun ihtiyacı olduğunu anlıyınca pes edebiliyorlar... Vejeteryanlık da nereye kadar. Vizon giymek çok lüks olabilir evet ama aslan gidip geyiği yiyecekse yer sormaz bize öyle değimli? Nerde o natüralizm ah ah…


Doğa demişken, hemen belirtmekte fayda var. Doğayla baş başa kalabilmenin en güzel yolu, eğer ona ulaşamıyorsanız;  meditasyondur. Peki ama meditasyon nedir? Aslında düşüncesiz farkındalık konumudur. Yani anı deneyimleme durumudur. Ya da kendini ve ruhunu akışına bırakma durumu. Gün içerisinde o kadar çok şey düşünüp biriktiririz ki, sonuçta bize ağırlık verir. Hele hele de affedemiyorsak. Ve  güne nasıl başlarsak öyle de devam ederiz.  İnsanlar arasındaki iletişim kopukluğu başlamıştır artık. Düşünsenize gürültü ve çevre kirliliği yetmezmiş gibi bir de düşünce kirliliği. Sonuç; kendi bedenine ve duygularına yabancılaşmış bireyler.. Bunu 80 kilo patates çuvalını omuzumda taşımaya benzetirim genellikle.. Aman yarabbi çok gereksiz. Bunlar yetmezmiş gibi bir de insanın  kendisini değil,  karşısındakini  sürekli sorguladığı düşünsenize, ne ikiz bulursunuz ne de öküz… Çünkü kendinizle baş başa kalmayı zaten çoktan unutmuşuzdur. Fakat bu içsel yalnızlıktan kastım toplum içindeyken de olabilir. İlle de yalnız kalmak gerekmiyor...İşte bu noktada ve olumsuzluk anında yapılacak en güzel şey bana kalırsa meditasyondur. Ve tabi ki çakralarımızı tanımak gerekiyor. Bu konuya elbette sadece giriş yapıp yazıyı burada noktalıyorum. Fakat bir sonraki yazımda bu muhteşem olayın bütününü ve  meleklerden  şifa alma konularına kadar yaptığım röportajıma da yer vereceğim. Şimdilik, her bireyin  ruhsal bütünlük ve denge konusunda önce kendi ruhunu bulup sonra ikizini aramasını diliyorum… Bunun için basit bir soru sorun kendinize.. Mesela; “karşımdaki erkekler  (/kadınlar)benim en çok hangi yönümden hoşlanıyor?...  Kendi bedenini çok iyi tanıyan ve olumlu yönlendiren birisi olarak şu kadarını söyleyeyim; Hiç kimse  doğru cevabı sizden daha iyi bilmiyor  buna inanın…