28 Aralık\'tan bu yana yaşananların gündeme getirdiği soru şu: Giderek otoriterleştiğinden şikâyet edilen AKP hükümeti ne ölçüde otorite sahibi?

Başka bir ifadeyle, demokrasinin birinci şartı olan, kararların seçilmiş hükümet, sivil yönetim tarafından alınması ilkesi ne ölçüde yerleşmiştir?

28 Aralık gecesi Şırnak\'ın Uludere ilçesinde koruculuk ve kaçakçılıkla geçinen 34 yurttaş, PKK militanı olduklarına dair istihbarat sonucu TSK\'ya bağlı uçaklar tarafından bombalanarak öldürüldü. Kürtlerin devlete güvensizliğini daha da artıran bu feci olaydan sonra, sözcüleri tarafından yapılan açıklamalar hükümetin olan bitenden haberi olmadığına işaret ediyordu. Bugüne kadar da, Uludere trajedisi ile ilgili açıklık kazanan yegane husus, bombalamanın hükümetin bilgisi dahilinde yapılmadığı. Nitekim, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş\'ın aksi yöndeki iddiasına verdiği yanıtta Başbakan şunları söyledi: \"Biz güvenlik güçlerimize genel çerçevede yetki veririz. Siyaset budur, hükümet etme budur. O genel çerçeve içerisinde de güvenlik güçlerimiz ama TSK, ama Emniyet o genel çerçeve içerisinde yetkisini kullanmıştır.\" (31 Ocak)

Bu sözleri okuduğumda kendime sorduğum soru şu oldu: \"Güvenlik güçleri, ama TSK ama Emniyet\" hükümetin onayı olmadan nasıl olur da bu çapta yetki kullanabilir? Bu soruya en net cevabı, \"Terrorism Monitor\" adlı dergiye yazan Francesco F. Milan adlı, Londra\'daki King\'s College\'da doktora yapan bir İtalyan\'ın kaleme aldığı \"Uludere Hava Operasyonu ve Türkiye\'nin İstihbarat Altyapısındaki Açıklar\" (26 Ocak 2012) başlıklı yazıda buldum: \"Olayın altını çizdiği sorunlardan biri, askerî operasyonlar üzerinde sivil gözetimin yokluğu. Askerlerin açıklamalarına göre, insansız hava aracı hareket halindeki grubu 06:39\'da tesbit etti, jet uçakları ise 09:37\'de saldırdı. Üç saat boyunca komutanların tam bir özerklikle hareket ettikleri anlaşılıyordu, fakat karar vermeden yaklaşık üç saat beklediler. Başbakan\'ın askerden ancak olaydan sonra bilgi alması, operasyonun sivil otoritenin gözetimi altında yapılmadığını gösteriyor. Bu süre içinde askerler herhangi bir siyasi ya da sivil karar-vericiyi operasyon kararına dahil etmediler. Askerî operasyonlarda sivil gözetimin yokluğu Türkiye\'de sivil-asker ilişkilerinde sık tekrarlanan bir sorun, ancak Uludere olayında görüldüğü üzere, aynı kurumun (TSK\'nın) hem istihbarat hem de karar-verme sürecinde yetkili olması özellikle sorunlu bir durum.\"

Türkiye 8 Şubat\'tan bu yana da, MİT\'in en üst yetkililerinin hükümetin herhangi bir bilgisi ve izni olmaksızın, KCK operasyonu kapsamında (esas olarak da PKK temsilcileriyle yapılan gizli barış görüşmeleriyle ilgili olarak) İstanbul özel yetkili savcılığına \"şüpheli\" sıfatıyla ifade vermeye çağrılmaları; gitmeyince haklarında yakalama emri çıkarılmasıyla sarsılıyor. Bu haberin doğrulanmasının hemen ardından KCK operasyonlarını yürüten polis müdürlerinin görevden alındığı haberi geldi. İlk bakışta beliren manzara, bir tarafta polis ve savcılar ile öteki tarafta hükümet ve MİT yönetimi arasında kavga yaşandığı, ama belli ki yürüyen kavganın tarafları çok daha da karmaşık.

Yukarıda gönderme yaptığım yazı bu karmaşaya da ışık tutuyor: \"Türk istihbaratında başka bir sistematik sorun, istihbarat örgütleri arasında eşgüdümün olmayışı. Uludere vakasında MİT ile askerin işbirliği yaptıkları kuşkulu. İki kurum, özellikle MİT\'in 15 yıl önce sivil denetim altına alınmasından bu yana rekabet halinde. Bunun en son örneği, Ekim 2011\'de Genelkurmay Başkanı Özel\'in MİT\'in PKK ile gizli görüşmeler yaptığından hiç haberi olmadığını söylemesi...\"

Henüz Genelkurmay, MİT ve Emniyet\'e bağlı istihbarat örgütlerinin eşgüdümünü sağlayamayan, bunları otoritesi altına alamayan bir hükümetle karşı karşıyayız. Bu durumda soru geçerliğini koruyor: Askerî-bürokratik vesayete son vermenin neresindeyiz? Esas sorun otoriterleşme mi, yoksa sivil otorite zaafı mıdır?

(ZAMAN)