Hayatta beni en fazla rahatsız eden emrivakilerden biri gereksiz yere taraf tutmamın beklenmesidir. Bütün seçimlerimi başkalarının etkisi altında kalmadan yapmış biriyim ben; neden sürünün peşine takılıp kendi seçmediğim bir tarafın malı olayım ki?

Son olayda böyle bir saflaşma yaşanıyor: Yargı ve Emniyet bir yanda, MİT öbür yanda... Görevim yorum yapmak ya, benim de birbiriyle savaştığı varsayılan bu taraflardan birinin safında yer almam bekleniyor. Çünkü pek çok meslektaş daha ilk andan itibaren cephelerden birinde arz-ı vücut etmiş bulunuyor.

İnsanları taraf tutmaya mecbur bırakan her gelişme beni rahatsız eder. Böyle ortamlarda kulaklarım dikleşir, burnum keskinleşir, gözlerimi dört açarım; birilerinin hamle yaptığını düşünür ve altta kalmamak için birkaç hamle sonrasını tahmin etmeye çalışırım.

Türkiye’yi karıştırmaktan kolay hiçbir şey yok; özellikle de günümüzde... Medya bir türlü, doğruluğu kuşkulu haberleri ânında yüzbinlere ulaştırabilen sosyal medya bir başka türlü... Haber ve yorum yağmuru altında kalan insanların doğru ile yanlışı ayırt etmesi gerçekten çok zor...

Ülkeyi karıştırmak isteyen bir odaksınız; ‘iç’ mi ‘dış’ odak mı olduğunuz eskiden olduğu kadar mühim değil; çünkü dış da olsanız içeriyi etkileme araçlarını kullanabilecek durumdasınız...

Öyle çok fazla bir şeye ihtiyacınız yok; ateş yakmak için bir kibrit yeterli... Kibritin ateş aldığını gördüğünüz anda üzerleri benzinlenmiş odunları ocağa sürdüğünüzde, başkalarının da yardımınıza koştuğunu, birilerinin bir koşu körük getirdiğini göreceksiniz...

Yine öyle bir ortamdan geçiyoruz. Kibrit çakıldı, odunu olan yangına koşuyor. Birkaç kişi de elinde körük, yangını biraz daha azdırma gayretinde. “Kim kimdir, hangi dürtülerle hareket etmektedir?” sorularına cevap vermek o kadar zor ki... Böyle durumlarda, yapılacakların en iyisi, önceden hazır edilmiş hortumları çıkarıp alevlerin üzerine su sıkmak...

Yangının üzerine körükle gidenlere karşı hortumun ucundan tutup suyun alevleri söndürmesi gayretine destek vermemiz gerekiyor. Ben öyle yapıyorum.

Hayli zamandır böyle bir gelişme beklentisi içerisinde olduğum için kopan gürültü beni hiç şaşırtmadı. Hükümeti sarsmak niyetinde olanların varlığından zaten haberdarım; bunu yapma hazırlığı içerisinde olunduğundan da... Bir süredir taraflara birbirleri hakkında kızdıracak, öfkelendirecek, hırslandıracak malzemeler taşındığını da biliyorum...

“Zamanı geldi” deyip şimdi düğmeye basıldığı anlaşılıyor...

Onlar şimdi yaptıklarına ne kadar hazır idiyse ben de onların yapmaya çalıştıklarına en az onlar kadar hazırım. Kibritin çakıldığı andan itibaren işin nereye doğru sevk edileceğini -az veya çok- önceden hesap etmiş bulunuyorum.

‘Topyekün bir savaş’ kopartmak istiyorlar, onun için de bütün malzemelerini ortalığa saçıyorlar.

Başarılı olamayacaklar: Kötü niyetli oldukları için başarılı olamayacaklar... Kötü niyetleri fena halde belli, bu yüzden başarılı olamayacaklar... Yanıltmak istedikleri insanlar onlardan zaten ortalığı karıştırıcı böyle bir davranış beklediği için başarılı olamayacaklar...

Tony Blair’in başbakanlığı döneminde, İngiltere, Kuzey İrlanda’dan kaynaklanan terörü sona erdirmek için IRA örgütünün önündeki Sinn Fein ile görüşürken de benzer olaylarla karşılaşıldı mı?” sorusuna cevap ararken, müzakereleri yürüten Jonathan Powell’in kitabında ilginç bir anekdota rastladım (s. 291). Yemekle ilgili...

“Müzakere sürecinde Sinn Fein tarafı kendilerine sunduğumuz yemekler konusuna önem veriyorlardı; özellikle de Gerry Adams” diyor Powell. Ne zaman masaya otursalar Adams’ın ilk işi yemek konusunu açmak oluyormuş... Genellikle de şikâyetçiymiş yemeklerden...

Powell, “Çin lokantasından yemek getirttik o akşam” diye anlatıyor... Nereye? Başbakanlık binasına... Çünkü gizli müzakereler, sona doğru, ‘Downing Street 10’ numaradaki Başbakanlık resmi ikametgâhına taşınmış...

Yok, Tony Blair’i ifadeye çağıran çıkmamış...

(STAR)