Gazetelerde bir haber. Okuyor, okuduğuma inanmak istemiyorum. Zihnimin bir köşesinde bir umut pırıltısı. Gece karanlığında gezgin bir ateşböceği gibi yanıp sönüyor. Olur da yanlış anlamışımdır hani. Gözlerim beni yanıltmıştır diye yeniden bakıyorum. Yahut bir hata olmuştur bir yerlerde, noksan veya çarpık bir aktarım. Belki. Bir nebze umut. Bir ihtimal. Haberin doğrusu böyle değildir diye umuyorum.
Olmasın zira... Olmamalı... Tecavüze uğrayan kadınları tecavüzcüleriyle evlendirmeyi konuşuyor olabilir miyiz hakikaten? Bugün, bu yüzyılda? Ciddi ciddi bu öneriyi tartışıyor olabilir miyiz? Beynim inanıyor ya, zavallı yüreğim inanmak istemiyor haberin doğruluğuna.
Yoksa.... Şayet haber doğruysa... Öyle bir kanar ki vicdanlar, öylesine derinden yaralanır ki hem adalet ilkesi, hem adaletin tecelli edeceğine olan ortak itimat. Ama işte önümde gazeteler. Hemen hepsinde yer alan habere göre, bu teklifi geliştiren kişiler adaletin en yüce makamında oturan insanlar. Hâkimler ve savcılar. Yan yana koyamıyorum. İki kere iki dört eder diyemiyorum. Hâkim ve savcılardan, yani sadece mesleği değil, koskoca bir yaşam felsefesi ve temel şiarı hakkaniyet olan insanlardan böyle bir öneri geldiğine bir kadın, bir anne, bir yurttaş, bir yazar, hasıl-ı kelam bir insan olarak inanamıyorum.
Yargının hızlanması, adalet mekanizmasındaki yapısal sorunların giderilmesi, istisnasız her bireyin en hızlı ve eşit şekilde muamele görmesi, yepyeni ve reformdan geçirilmiş bir sistemin oturması hepimizin ortak dileği olsa gerek. Bu yönde yapılacak her türlü girişim, atılacak her adım elbette ki anlamlı, etkili. Lakin yargıdaki yavaşlık ve aksaklıkların giderilmesi için düzenlenen bu kadar önemli bir toplantıda, tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsüyle evlendirilmesi gibi bir öneri getirildiğini öğrenmek insanın bu memleketin geleceğine beslediği iyimser inancı ve duygusal sadakati zedeliyor.
Anlaşılan söz konusu öneri Adalet Bakanlığı’na iletilecek. Şayet bakanlık bu taslağı ciddiye alır da geliştirirse, bu ülkedeki tüm kadınları yaralayacak bir adım atmış olacak. Bizler daha henüz kadına yönelik şiddetin boyutlarını kavramaya çabalarken, Doğu’dan Batı’ya tek tek her kadının hayatında ses getirecek ilerici çözümler ararken, meseleyi bırakın hafifletmeyi, çok daha beter hale getirecek bir uygulama başlatılmış olacak. Daha bugünden bunları kaleme almayı karamsarca bulabilirsiniz. Ama böyle bir taslağın gündeme getirilmesi bile alarma geçmeye yeter de artar.
ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYARAK DÜŞÜNÜN
Üstelik sözü edilen teklif, yürürlükten kaldırılan bir yasayı geri getirme çabasına denk düşüyor. Düşünün bir. Elinizi vicdanınıza koyarak. Gencecik bir kadın düşünün, ömrünün baharında. Diyelim ki Anadolu’da bir kasabada yaşıyor. Ya da büyük şehirlerden birinde bir kenar mahallede. Ailesi zar zor okutuyor onu, dişinden tırnağından artırarak.
Derken bir gün bu kızcağız hiç istemediği, hiçbir zaman da istemeyeceği bir adam tarafından kaçırılıyor, alıkonuluyor, tecavüze uğruyor ve paçavra gibi evine geri getiriliyor, nasıl olsa başkasına “yâr” olmayacağının güvencesiyle. Sonra da ona bu zulmü reva gören insanla evlendiriliyor. Bir ömür boyu tecavüze uğramaya devam etsin diye. Maksat yüzeyden bakınca “namus” kurtulsun. Maksat konu komşu dedikodu etmesin. Maksat makyaj bozulmasın. Alttaki yürek kanasa bile...
Biz neden ve nasıl ve sahi niye soyut mu soyut bir namus kavramı uğruna kadınlarımızı bozuk akçe gibi harcıyoruz? Ne zamandan beri bireylerin mutluluğunu, iyiliğini, güzelliğini, refahını ve selametini düşünmek ve kollamak yerine, “Aman elâlem dedikodu yapmasın” noktasında çözüm arıyoruz. Buna nasıl adalet deriz? Dersek şayet, dilimize ve zihnimize hadi belki ama vicdanlarımıza bu durumu nasıl anlatır, içimize nasıl sindiririz?
İskender’i yazarken şiddete uğrayan kadınlarla, ailelerle tanıştım; yüreğimin her telini sızlatan insan hikâyeleri dinledim, okudum, araştırdım. Bir kadının tecavüzcüsüyle evlendirilmesi acılara acı, haksızlığa haksızlık, yaraya yara katmak demektir.
“İnsana en yakışan hal hüzündür” diye düşünürdüm uzun seneler boyu. Hâlâ severim hüznün envai çeşit hallerini, o hazan demlerini, yalnız ve sakince düşünmeyi, bol bol tefekkür etmeyi. Ama artık inanıyorum ki insana en çok yakışan, vicdandır. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun, hangi etnik kökenden, sosyal tabakadan, ailevi geçmişten, dini yahut kültürel eğilimden, kılık kıyafetten, köy, kasaba ya da şehirden gelmiş olursak olalım, hangi sofradan kalkıp nasıl bir çatı altında uyursak uyuyalım, kulübe ya da malikâne hiç fark etmez, vicdandır bize en çok lazım olan, en vazgeçilmez, en elzem, yeter ki vicdan...