Bu hafta kamuoyunu ilgilendiren o kadar çok ölüm vakası yaşandı ki bu yazıyı yazmak elzem oldu. Bu haftaki ölümler büyük yankı uyandırdı ama ecel genellikle düştüğü yeri yakar!
Ölüm!
Bu dünyada belki de üzerinde tartışma olmayan tek gerçek!
Her fani ölümü bir gün tadacağını biliyor!
Ancak, bu tek gerçeğin muhteşem bir paradoksu da var.
Ölümün var ve kaçınılmaz olduğunu biliyoruz ama kendisinin ne olduğunu bilmiyoruz!
Her şeyin sonu mu, her şeyin başlangıcı mı?
Ölüm ne?
Eğer dünya sadece maddeden ibaret ise, ölümü tarif etmek kolay!
Yok oluş!
Ancak insanoğlu “var oluşu” sorgusuz sualsiz kabul ediyor da “yok oluş”u binlerce yıldır tartışıyor, irdeliyor.
***
İnsan “doğmadan evvel ben neydim?” diye katiyen sormuyor ama “öldükten sonra ne olacağım?”, diye binlerce yıldır sorguluyor. Çeşitli tahminler var. Hali ile tahminlerin taraftarları da var ama taraftarlar bir türlü birbirlerini ikna edemiyor.
Ölüm ister bir hastalık, ister bir kaza sonu gelişsin, sadece ve sadece bir “an”ın eseri. Sadece bir lahza içinde ölüyoruz. Sizler gibi ben de merak eder dururum, o an insan ne hisseder? Ölmekte olduğunu kavrar mı? Bilincin kapanması nasıl gelişir? Narkoz alırken hissedilenler ile benzeşir mi?
Esas soru ise şu: Ölmek gerçekten yok olmak mı demektir, yoksa başka bir evrene geçiş midir? “Her gidenin her birii memnun ki yerinden”, bugüne dek ölen milyarlarca insandan hiçbirisi geri dönüp tecrübesini bizimle paylaşmadı.
***
Ölüm ve sonrası hakkında sadece “inançlarımız” var. “Öbür dünya var” diyen de sadece inanca dayanıyor, “yok” diyen de!
Sakın inanmayanlar “bir şeyin varlığı ispat edilir, yokluğu değil” diyerek bilimsel metodolojiyi ziyan etmesinler!
İspatın yokluğu, yokluğun ispatı değildir!
Yanlışlanamayacak hiç bir şey de bilimin konusu değildir!
***
Kuran’da bir ayet (mealen) ölüm ne bir saniye öne alınabilir, ne de bir saniye geciktirilebilir” diyormuş!
O halde zaman içinde ortalama insan ömrü neden artıyor?
Yaradan kulunu anne karnına düşürürken ona yazdığı yazgıda yıllar içinde giderek daha mı bonkör davranıyor? Daha uzun süre mi veriyor?
Yoksa, “yaradılış teorisi” ile “evrim teorisi” esasında birbiri ile çelişmiyor mu? (Bkz: Kaan Göktaş-“Kuran Açısından Evrim Teorisi”-Ozan Yayıncılık-2008) Ayetler gibi fizik, kimya, biyoloji kanunları da aynı elden mi çıktı?
Ayrıca Yaradan insana “sana bir de akıl verdim kulum” dedi!
Aklını kullan, daha çok yaşa!
***
Ezelden beri merak ederim. Ölümden neden bu kadar korkarım? Basit cevap şu: İnsan bilmediğinden korkar. Ancak, ölüm bilinmez ise korkutucu olduğunu nereden biliyoruz? Galiba, tatlı-tatsız, mutlu-mutsuz, huzurlu-huzursuz, mağdur-mağrur, zulmeden-bahşeden yönleri ile bu dünya yine de “güzel”. Bizi güzel olan tarafından terk edilmek korkutuyor.
Biz devamlı gidiyoruz, o hep kalıyor.
Halbuki, terk eden sevgilinin ardından korkulmaz, üzüntü duyulur!
Eğer, inanca göre öbür dünya varsa zaten “hayat ölümle yeni başlıyor.” Fani bambaşka bir boyuta geçiyor. Eğer öbür dünya yoksa, zaten ölen öldüğünü bilmiyor. Sadece yok oluyor!
O halde her iki durumda da ölen üzülmüyor da korkmuyor da!
Ardında kalanlar üzülüyor ve korkuyorlar! Yitirilenin acısını sadece onlar yaşıyorlar! Kaybedilene sadece onlar kahroluyorlar.
Hal böyle ise en kötü şey bir türlü “ölmemek” değil mi? Ne kadar uzun süre yaşarsan o kadar çok sevdiğini kaybediyorsun, o kadar çok kahroluyorsun!
O halde ben neden ölümden korkuyorum?
(Yurt Gazetesinden alınmıştır)