Marmara depreminden bize kalan en büyük miras 'sivil kurtarma tecrübesi'ydi.
AKUT ve Nasuh Mahruki modeli sevildi, başarıyı getirdi.
Van'da, o kazanımın çeşitlendiğini, yayıldığını anladık.
Hızlı, yaygın ve çok etkili bir 'enkaz altı arama-kurtarma çalışmasına' şahit olduk.
Meğer, depreme hazırlık ve depremle mücadele konusunda 'onca kırık notumuzun yanında bir büyük aferinimiz daha' varmış. Hem de en hayati konuda...
İstanbul'da 'okullarımızı kurtarmışız.'
Manşetimizi okuyunca sizin de yüreğinize bir parça ferahlık duygusu gelecektir.
Çünkü 'çocuklarımız güvende'. En azından okulda oldukları sürece...
Rakamları dikkatle okuyun. Onlar birer rakam olmanın ötesinde 'nice genç hayat' demek.
Ama yetmez...
Bütün Türkiye'deki okulları yenilemeliyiz.
Ülkenin can damarı İstanbul'dan başlayarak her yerde, seferberlik duygusuyla kentsel dönüşümleri gerçekleştirmeliyiz. Çürük, kaçak, riskli binaları acilen yıkmalıyız.
RANT İÇİN RİSKE GİRİLEMEZ
'Bazen bin kere tekrar iyidir' derler.
Deprem İstanbul için pusuda. Büyüklüğü 7 civarında olacak. Tarihi istatistikler 2029'a kadar bunun gerçekleşeceğini söylüyor. Binaların çoğu riskli. Devlet, vatandaşı kendi halinde bıraksa kimse binasını yenileyemez. Ortak çözüm şart. Belediye, alternatifli modeller hazırlamış. Herkes güvensiz evinin yerine sağlam konutlara taşınabilecek. Daha fazla rant peşinde koşmak için hayatları riske atanlara göz yumulamaz. Yasal düzenleme kaçınılmaz.
Okullar yenilenirken veliler çok haklı görülen isyan içindeydiler. İnşaat süresince zorluklar yaşadılar.
Bugün okullar güvenliyse her türlü sıkıntıya değmez mi?
Madem güçlü bir iktidar var; özellikle dar gelirliler üzerinde sempatisi yüksek bir iktidar... Madem İstanbul'da sempatisi yüksek bir belediye başkanı var; iki seçimde yüzde 50'ye yakın oy almış bir başkan... Madem TOKİ'de yaptıklarıyla icracı kişiliğini sergilemiş bir şehircilik bakanı var; sonuç odaklı, pratik zekalı bir bakan... O halde mazeret olamaz. Bu gücü, sempatiyi, tecrübeyi İstanbul'u kurtarmak için seferber etsinler.
İSTANBUL YIKILIRSA TÜRKİYE NE OLUR?
Herkes bir an için İstanbul depremini düşünsün. Türkiye'nin neresinde yaşıyor olursanız olun, sadece bir an için düşünün. Şu anki haliyle Allah korusun bu depremi yaşarsak ne kadar vatandaşımız hayatını kaybeder, ekonomimiz ne kadar zarar görür? 'Büyük ülke imajımızmış, aktif diplomasiymiş, dünyanın ilk 10 ülkesinden birisiymişiz' hepsi hayal olur.
Deprem bizim gerçeğimiz olabilir. Alın Japonya'yı... Hemen her iki yılda bir büyük deprem yaşıyor.
Diğer doğal afetler de her ülkenin başına gelebilir. Amerika da kasırgalar nedeniyle zaman zaman çok zor dönemler yaşıyor, kıyasıya eleştiriliyor. Bugün Van'da da kimi açılardan olağanüstü iyi performansa rağmen devletin yetersiz kaldığını üzülerek görüyoruz. Ama bunlar doğal afetlerde bir yere kadar kaçınılmaz. İstanbul'u bekleyen büyük deprem şu anki koşullarda bizi yakalarsa hiçbir şeye benzemez. Bırakın 'model ülke' algısını, bizi tamamen 'üçüncü dünya ülkesi' konumuna iter.
Yani felaket tellalı gibi görünmek istemem ama tarih boyunca İstanbul bu depremleri yaşadıysa ve takvim bize yeni zelzelenin yakında olacağını söylüyorsa, başımıza gelecekleri şimdiden düşünelim derim. Evet, yıkalım İstanbul'u, yenisini kuralım. Güneşin batışını niye severiz, çünkü sabah yeniden doğacaktır.
Elbette nasıl yıkılıp nasıl kurulacağı önemli. Şehrin ruhuna ruh katarak, insanlarını da unutmadan. Şehir plancılarıyla, mimarlarla tartışarak... Ama vakit kaybetmeden...