"Bin yıllık kardeşlik" sözü sanki Türkler adına yapılan baskıların meşrulaştırma gerekçesi gibi değerlendirilirdi.
Bir ara Mazlum-Der adına bir başkan, "İslam kardeşliği" temalarını da, "Dini faşizmi meşrulaştıran bir söylem" olarak nitelemişti.
Bir ara bir dost, "Dindarlar Kürtler'in dertlerine sahip çıkmadı" bile demişti.
Yani elbirliği ile bu toprakların muhteşem hamuru olan "kardeşlik" bilincini aşındırmıştık.
Van depremi ile sanki önce kendi yüreklerimizin yarasını sardık ve orada yeniden "kardeşlik" damarını ihya ettik.
Kardeş olmak kötü değildi.
Kardeş olmak, birbirimizi istismar etmek için üretilmiş bir sözcük değildi.
Kardeş olmak yara sarmak demekti.
Kardeş olmak yaraya merhem olmak demekti.
Kardeş olmak, üşüyeni ısındırmak demekti.
BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş'ın o sözünü sevdim:
"Türkiye'nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler."
Aslında "Herkese teşekkürler" fazla. Ona gerek yoktu. Böyle durumlarda teşekkür yabancılaştırır çünkü. Sanki birisi adına konuşuyormuş gibi algılanır.
"Kardeş kokusu"
Aslında hep söylüyorum, siyasallaşmamış alanlarda kardeş kokusu hep diri ve canlı olarak yaşadı. Kardeşler o kokuyu aldı, verdi. Siyasallaşmış alanlarda biraz duygu kıyımı oldu, kuşkular oluştu, acaba yabancılaşıyor muyuz gibi yorumlar girdi devreye...
Derler ki Maraş'ta:
Kardeş kardeşi atar, yar başında tutar.
Yar başı, bu defa deprem oldu.
Edirne, İzmir, İstanbul, Maraş "Vanlı kardeşim yere düştü" dedi ve koştu oraya. Selahattin Demirtaş, kokladı bu ilgiyi, "Evet" dedi, "Bu kardeşimin kokusu!" İyi. Allah'a şükür, bu koku hâlâ tanınıyor bu ülkede...
Aslında burada, yine benim o uçuk dileklerimden biri geliyor aklıma...
Acaba diyorum, bu kardeşlik kokusunu, "dağdakiler"e de duyurabilir miyiz?
Ne kadar gerçekti bilmiyorum, bir ara şöyle bir haber yansıdı deprem bölgesinden:
-Van cezaevindeki mahkûmlardan 100 kadarı firar etti, yıkılan evlerine koştular, çocuklarını kurtarıp geri döndüler.
İşte bu edim, insani damar bu.
Tıpkı bunun gibi...
Mesela operasyonları durdursak, bir çağrıda bulunsak;
-Gelin depremde kurtarma çalışmalarına katılın, kimseye bir şey yapılmayacak... Dileyen ailesi ile ilgilenebilir.
Gelse "dağ"dan insanlar, AKUT'la, kurtarma taburundaki askerlerle, sivil yardım gönüllüleri ile birlikte, ter dökse, kurtarılan bir genç kızın, bir bebeğin, bir öğretmenin, sevincine katılsalar, toprak altından çıkarılan cansız bir bedenin acısını paylaşsalar...
Olmaz mı?
Bu da bir "kardeşlik kokusu" olmaz mı?
Van, "özerk" değil de, İzmir'in, Edirne'nin, Trabzon'un kardeşi olsa ne kaybeder?
Öğretmeni kaçırmak yerine, kurtarmak daha güzel olmaz mı?
Askerle vuruşmak yerine, onunla yardımlaşıp Türk veya Kürt Vanlı bir çocuğun, bir annenin, bir babanın canını kurtarmak güzel değil mi?
Aslında, vuruşmak için kendimizi zorluyoruz.
Devletimiz geçmişte çok yanlışlar yapmış kabul, Kürt'ten Türk çıkarmaya çalışmış, bu yanlış.
Ama biz "devletin yanlışlarına rağmen hatta" kardeş kalmayı başarmışız.
Orada "Fatooşş, Fatoşumm" diye çığlık atan adama, "Çocuğumun saçları tozlanmıştır şimdi" diye sızlanan anneye, bu memleketin hemen her köşesinde kaç kişi gözyaşı dökmüştür, bilinmez. "Evim evindir Van" seslenişi, nasıl bir kucaklaşmanın yankısıdır?
Elhasıl, burunlarımız hâlâ "kardeşlik kokusu" alabiliyorsa, biz her şeyi yeniden başlatabiliriz diyorum ben.
güzel bir ifade. Bunu almış olmak da güzel.