Kimse cin olup adam çarpmaya kalkmasın...
... bir kamuoyu yoklamasından yola çıkarak, "Halk cumhurbaşkanlığı makamında Tayyip Erdoğan'ı değil Gül'ü görmek istiyor" tarzında bir manşet üretmenin altında "fitne" hesabının bulunduğu açıktır.
Ama bugüne kadarki cumhurbaşkanı-başbakan formatı dikkate alındığında, halk nezdinde cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül'ün, başbakanlığa Tayyip Erdoğan'ın layık görülmesi de beklenebilir. Bu biraz da, Tayyip Erdoğan'ın, yapısı hilafına cumhurbaşkanlığında pasif kalacağı, Abdullah Gül'ün de yine yapısı hilafına, Türkiye'de parti başkanlığı ve başbakanlıktan beklenen radikal duruşu gösteremeyeceği kanaatine dayanıyor.
Bununla birlikte, halk nezdinde bu kanaatlerin değişmemesi diye bir şey de söz konusu değildir.
Erdoğan, cumhurbaşkanlığını, mevcut statü içinde bile, kendine özgü bir biçimde sürdürebilir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır sözü bizim kültürümüzde tam da böyle durumlar için söylenmiştir.
Diyelim merhum Özal, başbakanlık da yaptı, cumhurbaşkanlığı da. Özal, başbakanlıktaki diri performansını, restorasyon iradesini cumhurbaşkanlığında da sürdürmek istedi. Aslında halk da bunu onda yadırgamadı. Hatta orada daha pasif, protokoler bir Özal görse şaşırırdı.
Demek istiyorum ki, halk lidere göre kurumların yeni nitelikler kazanmasını yadırgamıyor.
Ama Özal orada misyonunu ifa edemedi. Çünkü partiyi kaybetmek ya da partinin onun misyonuna destek vermemesi gibi bir dezavantajı vardı.
Şimdi görünen o ki Erdoğan, bu dezavantajı aşmaya çalışıyor.
Bugünkü kongre, onun partide son genel başkan adayı olduğu kongre. Sonra muhtemelen cumhurbaşkanı olacak. Peki parti onun dinamizmini nasıl destekleyecek?
Seslendirdiği, muhtemelen başkanlık-yarı başkanlık sistemine bağlı "partili cumhurbaşkanı" statüsü nasıl gerçekleşecek, henüz belli değil.
Böyle bir yapı gerçekleşse bile sanırım cumhurbaşkanı olacak partili bir sima, şu andaki parti liderinden daha farklı olacak. Fark, daha kuşatıcı, gerilimlerden daha uzak, daha geniş bir temsili hedefleyen, daha az tartışılan bir profil çizmeye itina edecek.
Aslında, böyle bir "cumhur liderliği", Türkiye'nin derinleşme potansiyeli taşıyan fay hatları dikkate alındığında da gerekli görünebilir.
Bir anlamda AK Parti, yola böyle bir kapsayıcı misyonla çıkmış değil miydi? "Balkon konuşmaları" denen şeyde, Erdoğan'dan beklenen, "vücut dili"nden ziyade "gönül dili" değil miydi?
Kesinlikle, Tayyip Erdoğan'ın vücut dili ile yaptığı siyasetin de epey bir karşılığı vardır Türkiye'de. Ama ben, o kitlenin bile Tayyip Bey'in "gönül dili"nin daha çok alıcısı olduğunu düşünürüm.
Önümüzdeki 11 yılda AK Parti misyonu-vizyonu ne olacak?
Kürt meselesini (tabii Türk meselesini) çözmek, Alevi meselesini (tabii Sünni meselesini) çözmek, İslam-laiklik-demokrasi ilişkilerinde bir toplumsal konsensüs gerçekleştirmek, İslam coğrafyası ile paralel biçimde kendi "normalleşme"sini sağlamak ve bütün bunların içinden "büyük, güçlü, saygın Türkiye"yi çıkarmak...
Belki de bu dönmem, proaktif bir cumhurbaşkanı yanında, cumhurbaşkanlığı sürecinde çok daha durulmuş, siyasi polemiklerini bile belli bir uzlaşma arayışına dönüştürebilecek bir başbakanın varlığını gerekli kılıyor.
Bu tarife, en azından bir süre Abdullah Gül ismi denk düşmüyor mu?
AK Parti kongresi, genelde Tayyip Bey'in siyasi yürüyüş güzergahı üzerine odaklaşmış durumda. Ben, yarının planlamasında Abdullah Gül unsurunun da ihmal edilmemesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Kolay bir 11 yıl yaşanmayacak, tecrübelerin yabana atılmaması doğrudur diye düşünüyorum.
Kongre ülkemize, coğrafyamıza hayırlar getirsin diliyorum.
(Bugün gazetesinden alınmıştır)