Mimari konulara meraklıysanız bir kenara not edin… ‘Verse Une Architecture , Vitruvius'un Roma İmparatoru Augustus döneminde yazdığı ‘De Architectura'dan bu yana, bina tasarımı üzerine yazılmış en etkili kitaptır. Modern mimarinin manifestosudur. Mimar değilim, ama çok yakınlığım var… ODTÜ’de eğitimim sırasında mimarlıktaki arkadaşların maketlerin yapımında, çiziminde çok yardım etmişliğim var. Büyük kızım da mimar.
* * * *
Bahsettiğim kitabın yazarı İsviçre asıllı Fransız mimar Le Corbusier… 1923’te yazmış… 100. yılı kutlanıyor… Asıl adı Charles-Édouard Jeanneret olan Le Corbusier mimar, şehir plancısı, ressam, heykeltıraş, yazar, sosyal kuramcı, modern mobilya tasarımcısı… Tasarımla öylesine bütünleşmiş bir yaşam… Ünlü gözlükleri hatta ismi bile kendi tasarımıdır… Mimarlıkta 20. yüzyılın en büyük isimlerinden biri, Modern Mimarlığın kurucusu… 1887-1965 arasında yaşayan mimar Avrupa’da, Hindistan’da ve Rusya’da pek çok önemli eser bırakmış…
* * * *
Henüz mimari eğitime başlamadan sanat tarihine meraklı arkadaşı Auguste Klipstein ile 1907‘de Berlin’den başlayarak Avrupa’yı dolaşa dolaşa 1911’de İstanbul'a gelir. 24 yaşındadır… Sekiz ay süren ünlü “Doğu Yolculuğu”nu (Voyage D’Orient) ya da kendi ifadesiyle “Faydalı Seyahat” adlı gezide notlar alır, resim ve krokiler çizer. Altı defter dolduran bir çok çizim, eskiz ve seyahat notları var.
* * * *
Örneğin, Edirne'ye ulaşınca ‘Türklerin yaşlı başkenti asaletinden hiçbir şey kaybetmemiş’ diye başlar izlenimlerine. Selimiye‘yi şehre giydirilmiş muhteşem bir taca benzetir. Edirne’de tanıştığı Türkler onları el üstünde tutar. Girdikleri kahvede, içtikleri kahvenin parasını almayan, hatta ödemeye kalkıştıklarında kahvecinin sinirlendiğini yazar. Tekirdağ’da bir gece konaklarlar.
* * * *
Mayıs‘ta Tekirdağ’dan bir tekneyle İstanbul’a gelir. Pera’da konaklar. Camilere kayıtsız kalmaz. Defterine şöyle yazar ; 'Yüzü Mekke'ye dönük sessiz bir yer gerekir. Burasının insanın yüreğinin rahat edebileceği kadar geniş, duaların soluk alabileceği kadar yüksek olması gerekir. Bol, ama yaygın bir ışık gerekir ki gölge düşmesin hiçbir yere, ayrıca kusursuz bir basitlik gerekir; Seçilen yerin bir meydandan daha büyük olması gerekir, kalabalıkları barındırabilmesi için değil, ibadete gelenler bu yüce evde bulunduklarını hissedebilecek saygıya sahip olabilsinler diye.‘
* * * *
Ağustos başında İstanbul’dan ayrılır. Belki de etkileşimden aldığı cesaretle 1933 yılında Atatürk’e bir mektup yazar ve İstanbul’la ilgili iki öneride bulunur: Biri, tarihi yarımadayı olduğu gibi korumak, diğeri yeni yapılacak bölgeleri çağdaş şehircilik ilkeleri doğrultusunda tasarlamak. Atatürk’e ulaşır mı ulaşmaz mı bilinmiyor, rivayete göre Atatürk’ün haberi bile olmaz mektuptan.
* * * *
Atatürk’ten cevap almadığından önerilerinin beğenilmediğini düşünen Le Corbusier, 1948’te bir röportajda “Eğer hayatımın en büyük gafı, hatası Atatürk’e yazdığım mektup olmasa idi, bugün büyük rakibim Henri Prost yerine güzel İstanbul şehrinin imarıyla ben uğraşacaktım. Bu mektupta, inkılap yapmış bir milletin en büyük inkılapçısına İstanbul’u eski hali ile asırların tozu toprağı ile bırakmasını tavsiye ediyordum. Ne büyük hata yaptığımı sonradan anladım” der.
* * * *
Le Corbusier’in mimarlığın sırrını bu gezisinde çözdüğü söylenir hep… Mimarlık öğrencileri ile yıllar sonra yaptığı bir söyleşide şöyle dediği söylenir… ‚‘Arazi, mimari kompozisyonun temelidir. Bunu 1911’de sırt çantası ile Anadolu’ya kadar gittiğim uzun yolculuk sırasında öğrendim.’