Dün akşam “Kurtuluş Son Durak” filmine gittik iki kız.
Film hakkındaki düşüncelerim alttaki kutuda.
Filmden sonra arkadaşımla insanı neler katil edebilir diye uzun uzun konuştuk.
Bu sabah sanki Allah “Vay sen misin katil olma raddelerini arkadaşınla konuşan! Al sana imtihan!” dedi.
Evimin bitmemiş on on beş işi var ve bunlardan biri de posta kutusunun asılması.
Haftalar öncesinden aldım ama elim değemedi bir türlü.
Matkabımı, metremi, dübel ve vidalarımı hazırladım, çıktım kapının önüne.
Aksi giden hiçbir şey yoktu. Santim santim hesaplamış, delinecek yerleri bir güzel işaretlemiş, matkabıma doğru ucu takmış, ilk iki deliği de başarıyla delmiştim.
Sıra üçüncü deliğe gelmişti ki bir “Kolay gelsin” lafı işittim sokaktan. İçimden “Kolaysa başına gelsin”, dışımdan “Teşekkür ederim” dedim. Sonra bu sesin sahibi yanıma yaklaştı ve “Bunu bir ustanın yapması lazım” dedi.
“Yok” dedim, “ustalar kötü yapıyor, ben artık her şeyi kendim yapıyorum”.
Fakat o esnada matkap ucu ilerlemesi gerektiği kadar ilerlemiyor bir türlü duvarda. Takıldı kaldı...
“Bi verir misiniz?” dedi.
Aghhhhh... İşte beni bitiren bu boş bulunmalar.
Neden yaparım bunu? NEDEN, NEDEN, NEDEN???
Babasız büyümüş, kimsenin prensesi olmamış, 18 yaşından beri çalışan, hayatta her şeyi tek başına yapmış bir kadın evladı olarak..
Yahu park etsinler diye arabamı bile vermem kimseye...
(Zira öyle bir hıyarlık edip arabamı hurdaya çıkartmışlığım var...)
Verdim.
“Bu arada ne yapacaksınız?” diye de sordum.
Sorunca sanki “duracak” ve “düşünecek”!
O bir erkek! Onlar önce yapar sonra düşünür.. Zekâları eylemlerinden sonra gelir.
Şişko komşum, soruma cevap vermek yerine “Bismillah” deyip asıldı matkabıma ve 12 saniye içinde duvarımda içimden ayak başparmağımın BİLE rahat rahat geçebileceği bir delik açtı.
Yemin ediyorum abartmıyorum.
“Yahu ne yaptın?” dedim, “Dübel içinde lıngır lıngır oynayacak şimdi?”
“Yok oynamaz” dedi..
Elbette onun dediği olmadı dübel at sırtında bir kelebek kadar alakasız kaldı delikte..
Bekliyorum ki “Ya hay Allah, yanlış iş yaptım, kusura bakma” desin ve telafi etmeye çalışsın.
Aynen şöyle dedi “Git nalburdan daha kalın dübel al, hemen olur...”
Ve içinde portakal ve elmaların olduğu torbasını yerden alıp yoluna devam etti..
Peşinden koşup koca totosunda matkabımla bir delik açmam ve kanlar fışkırırken “Sen de git hastaneden kalın bir tampon al, olur” demem yemin ederim an meselesiydi.
Öyle bir saniyelik bir şey. Bir saniye erken davransaydım bu yazıyı yazamıyor olacaktım.
Herkes Ergenekon’dan içerideyken bir matkap yüzünden içeride olmak da bana çok koyacaktı.
Demek istediğim: Matkabı eline aldıysan başka kimseye vermeyeceksin.
*****
“Kurtuluş Son Durak” hakkında fikirlerim
Sanat yönetmenliği mükemmel. Evlerin içi o kadar inandırıcı döşenmiş ki sanki Kurtuluş’ta bir apartmanı boşaltmışlar da hiç ellemeden plato haline getirmişler... Oysa eminim santim santim döşenmiştir hepsi.
- “Nefes” filmindeki komutanı (Mete Horozoğlu) apartmanın ayyaşı rolünde görünce yemin ederim irkildim. Beynimin bütün devreleri karıştı. Önce “Ay yazık, dağ gibi komutan alkolik mi olmuş?” dedim, sonra “E tabii o dağlarda, o koşullarda ne bekliyorsun ki..” dedim, sonra “Lan ölmüştü o!” diyerek kendime geldim. Ya yaşlanıp anneannem olmaya başladım ya da “Nefes” filmi gelmiş geçmiş en inandırıcı Türk filmi.
- Yavuz Bingöl yine döktürüyor. Neden yola şarkıcı olarak başlamış ki?
- Belçim Bilgin, o kadar sinir illeti bir kadın canlandırmış ki ne yalan söyleyeyim düğüne üç gün kala terk edildiği için hiç üzülmedim. Gereğinden fazla asık suratlı, gereğinden fazla gıcık, gereğinden fazla kendini beğenmiş ve gereğinden fazla “bayan doğru” idi. Bu sevimsiz “bayan doğru”nun gidip de önemsiz bir serseriye âşık olması ve evlenmeye kalkması... I ıh... Dahası ev almak için muayene devretmek ve borç altına girmek? Bu kadar ukala, bu kadar üniversite bitirmiş bir kadın böyle bir saçmalığı yapmaz. Kendini beğenmiş bir psikoloğu geçtim ilkokul üç terk bir manikürcü bile yapmaz. O kadar aptal ise film boyunca bizi sinir eden bilmişliği neydi o zaman?
- Öte yandan, diğer roller ve oyuncular tam olmaları gerektiği gibiydi. Fakat Asuman Dabak hep aynı rolü oynuyor sanki. O yetenekli kadının başka hallerini de görmek isterim. Bir kez daha asabi kadın rolünde görürsem hayal kırıklığına uğrayacağım.
- Bir cinayet - komedi filmini, kadına karşı şiddet kampanyası filmine dönüştürmek... Olabilirmiş ama girişi o kadar uzatmayıp gelişme bölümüne ağırlık verilseymiş de kampanya bölümü bu kadar zayıf tutulmasaymış.. Daha ikna edici olurmuş. “Kadına karşı şiddet” çok kolay halledilebilir bir mesele gibi işlenmiş.. İki blog, beş yürüyüş, tamam kadınlar uyandı. Yazık ki öyle değil. Olmayacak da..
- Polis komiserini rehin alma Amerikan vari bir çözümleme olmuş.
- “Hapiste bilgisayar ve internet” TC koşullarında harbi fantastik olmuş.. Türkiye hapishaneleri henüz cam arkasında leş gibi telefonlarla görüşme seviyesinde. Yenilebilir yemek bile vermiyorlar daha, nerdeee gıcır gıcır bir iMac...