Alman viyola sanatçısı Licco Amar’ı tanıyor musunuz veya Amar Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü duydunuz mu bilmiyorum... Eğer klasik batı müziğine ilginiz yoksa Licco Amar’ı tanımayabilirsiniz... Onun adıyla anılan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü de duymamış olabilirsiniz. Ama Türkiye’de müzik sosyolojisinin gelişimini veya genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılı içinde müzik alanında yapılan atılımları anlatan yazıları okursanız Licco Amar’ı da tanımış olursunuz...
Osmanlı tebaasından bir aile
Viyola sanatçısı Licco Amar, 4 Aralık 1891’de Budapeşte’de doğmuş... Babası Michael Amar Belgratlı... Makedon asıllı... Uzun yıllar Osmanlı hakimiyeti altında kalan bir bölgeden Macaristan’a göç eden yahudi bir aile... Kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanan Osmanlı tebaasından bir aile olduğu biliniyor...
Licco Amar, ilk müzik eğitimini Budapeşte’de dönemin ünlü Macar keman virtüözü Emil Bare’den alır. 1911’de Berlin Müzik Yüksek Okulu’nda yine dönemin ünlü keman virtüözü, besteci Alman-Fransız Henri Marteu’nun yanında eğitime başlar. Amar’ın yeteneğini gören Marteu onu hemen kendi adını taşıyan yaylı çalgılar topluluğuna alır. 1912’de Mendelssohn Ödülü’nü kazanır. 1916-1920 arasında Berlin Filarmoni Orkestrası’nda, 1920-1923 arasında ise Mannheim Ulusal Tiyatro Orkestrası’nda başkemancı olarak görev yapar. 1925 yılında aryan Emmy Matterstock ile evlenir.
O dönemde Frankfurt’tan yayın yapan Güney Batı Almanya Radyosu Orkestrası’nda da başkemancı ve solist olarak çalışır. Amar, 1921’de kendi adını taşıyan Amar Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü kurar. Dörtlüde, Türkiye’de klasik batı müziği, bale ve konservatuar konusunda büyük emeği olan Frankfurtlu diğer bir Alman besteci Paul Hindemith ile kardeşi Rudolf Hindemith de vardır. İkinci kemancı ise Walter Caspar’dır. Amar Dörtlüsü dünyanın dört bir yanında konserler verir. Dörtlü, özellikle avangart oda müziği konusunda büyük ün kazanır.
1930’lu yıllarda Almanya’da Nazi dönemi tüm şiddet ve zulmüyle ağırlığını hissettirmektir... Güney Batı Almanya Radyosu Yönetimi, 28 Haziran 1933’te Licco Amar’a gönderdiği bir yazıyla 31 Temmuz itibariyle görevine son verildiğini bildirir. İtirazı Rayh Müzik Dairesi tarafından ret edilir. Yahudi asıllı Licco Amar’ın 1927’de aldığı Alman vatandaşlığı da ayrıca iptal edilir. Almanya’da yaşam şansı bulunmayan Licco Amar, Paris’e gider.
Türkiye için Amar raporu
1930’lu yıllar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda büyük atılımlar yaptığı yıllardır. Modern cumhuriyetin temel ilkelerinden biri de, ulus-devlet içinde ulusal
bir müziğin oluşturulmasıdır. Örneğin halk türkülerinin derlenmesi ve Batı tekniği içinde armonize edilmesi, hem halk kültürü hem Batının sanatına önem vererek ulusal müziğin yaratılması bu kapsamda yer alır... İşte bu erken Cumhuriyet döneminde Türk müzik bilimcileri harıl harıl çalışırken, bir taraftan da yabancı müzikologlara raporlar hazırlatılır... Bu çerçevede 1934 yılında Türk hükümetinin talebiyle Paris’te bulunan Licco Amar bir rapor hazırlar.
Licco Amar, “Türkiye’de Musiki Eğitimi İnkilabına Dair Muhtıra” adlı raporunda “müzik kültürü eksik, tek yönlü müzikçi yetiştirmek yerine her yönden aydınlanmış, çok yönlü müzikçi yetiştirme”nin önemine vurgu yapar... Atatürk’ün halkın müzik eğitiminde köklü reformlar yapmasının çok önemli olduğunu işaret eder... Bir devlet başkanının müziğin halkın yaşamında oynadığı rolü görmesinin bir ilk olduğunu, bu nedenle hangi ulustan olursa olsun her sanatçının ona teşekkür borçlu olduğunu savunur.
Raporda, o dönemlerde Orta ve Batı Avrupa’daki müzik eğitiminin esaslarının, müzikte idealin virtüözlük olduğu bir zamanda belirlendiğini, en seçkin temsilcilerinin yıllar önce yaşadığını ve zamanına göre etkili olduğunu belirtir. Hiç değişmemiş Avrupa müzik eğitiminin zamana göre eskidiğini, artık daha çağdaş daha yenlikçi her yönüyle gelişmiş müzikçilerin yetiştirilmesinin amaç edinilmesini tavsiye eder. Müziğin derin mekanizmasını anlayabilecek, onun yapısal mahiyetini betimlemeye gücü yetecek çok yönlü müzikçilere gereksinim olduğunu işaret eder. Müzik eğitiminde böyle bir bakış açısının Türkiye için de uygun olacağını yazar... Amar raporunda özetle eğitim kurumları ve dinleyicisiyle yoğun bir müzik kültürü ortamı oluşturulması üzerinde durur...
Paris’te çok zor şartlar altında, yakınlarının desteğiyle yaşayan Licco Amar, kayınpederinin düğün hediyesi olarak verdiği çok değerli kemanını da borç para karşılığı rehin vermek zorunda dahi kalır. Türkiye için hazırladığı rapordan bir süre sonra Türkiye’ye gelir. 1934 Kasım ayında gelip İstanbul Konservatuarı’nda solist ve keman eğitimcisi olarak göreve başlar. Az bir ücret aldığı için karısı Emmy ve eşinin ilk evliliğinden kızı Ursula'yı getiremez... Onlar Almanya’da yaşarlar. Eşi Emmy, daha sonraki yıllarda bazı zorlukları aşarak Türkiye’ye gelir ama kızı Ursula Almanya’da yaşamaya devam eder. Amar, Türkiye’de kendisine daha geniş imkanların sağlanacağını düşünerek yoğun bir tempoyla Türkçe öğrenmeye başlar ve kısa sürede de öğrenir. Licco Amar, anadili Macarca'nın yanısıra Almanca, İngilizce, Fransızca ve Türkçe’yi akıcı bir şekilde konuşur...
Yeni bir dünya kurmak
1935 yılında Türk hükümetine danışmanlık yapmaya başlayan arkadaşı Paul Hindemith ile mektuplaşan Licco Amar, 28 Ocak 1935’te şöyle yazar... “Burada müzik yok gibi... Olanlar da olmasa daha iyi... Ama müthiş arzu ve istek var... Müzik alanında öncüler için hiçbir yerde olmayan bir imkan... Yeni bir dünya kurmak mümkün... Bu çok özel bir fırsat.”
Az bir ücret almasına karşılık, İstanbul’da yaşayan İngiliz ve diğer milletlerden insanlara oda müziği konserleri düzenleyerek geçimini temin eden Licco Amar nihayet 1938’de istediğine kavuşur. Ankara’ya davet edilir. Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde ve 1936 yılında bu mektebe bağlı olarak kurulan Ankara Devlet Konservatuarı’nda çalışmaya başlar. Amar’ın öncülüğünde konservatuvarda Yaylı Çalgılar Anasanat Dalı açılır. 1940 yılında Türk vatandaşlığına da geçen Licco Amar, bugün aralarında Suna Kan, Ayla Erduran, Cengiz Özkök, Oktay Dalaysel gibi dünyaca ünlü Türk sanatçıları da yetiştirir.
Licco Amar, savaşın sona ermesinden iki yıl sonra yani 1947’den itibaren Almanya’ya geri dönmeyi düşünmeye başlar. Bir yandan yeteneklerini Almanya’da daha etkili kullanacağını, uygulayacağını düşünür, diğer yandan da 1933’lerden itibaren Türkiye’ye gelen Alman bilimadamlarının birer birer Türkiye’ye terk edip Almanya’ya geri dönmeleri veya Amerika’ya yerleşmeleri onu da etkiler.
1933’te terk etmek zorunda kaldığı Almanya’ya nihayet 17 yıl sonra yani 1950 yılında ilk kez ayak basar. Frankfurt’a gelir. Frankfurt’ta tren garında hissettiklerini şöyle yazar... “Sanki sadece 14 gün önce buradan yola çıkmış gibiydim. İçimde yıllarca hissetmediğim bir duygu oluştu... Eski vatanıma hasret duygusu...”
Artık Türkiye’de kalamayacağını anlayan Licco Amar, Amerika veya Kanada’da çalışma imkanı veya Almanya’ya da geri dönüş imkanı araştırmaya başlar. Almanya hükümetine başvurur. Hitler döneminde başka ülkelere sığınmak zorunda kalan sanatçılara, bilimadamlarına tazminat ödenmesi veya emekli aylığı bağlanmasını öngören yasadan yararlanmak ister. 1950'da yaptığı başvurusuna bir kaç yıl sonra olumlu cevap alır. Kendisine emekli aylığı bağlanır. Türkiye'den ayrılma arzusunun filizlendiği 1950 yılından yedi yıl sonra 1957 yılı Eylül ayında Freiburg Üniversitesi'nden öğretim üyeliği teklifi alır. 1934'de geri alınan Alman vatandaşlığına kavuşur. İki ay sonra da Alman Liyakat Nişanı verilir.
1958 yılı Mayıs ayında kesin olarak Türkiye'yi terk eder ve Freiburg Üniversitesinde verdiği bir konser ile göreve başlar. Göreve başlar ancak Amar'ın Türkiye'de aldığı Profesör ünvanı tartışma konusu olur. Eyalet Eğitim Bakanlığı, bu ünvanı kullanma hakkı olmadığını düşünür. 1959 Temmuz ayında Eyalet Başbakanı duruma müdahale edip Amar'ın üniversitede görev yaptığı sürece Profesör ünvanı kullanmasına karar verir. Fakat Licco Amar, bu kararı göremeden 19 Temmuz 1958 günü hayata gözlerini yumar.
67 yaşında hayata gözerini yuman bu değerli sanatçın ömrünün üçte birinden fazlasını aralıksız Türkiye'de geçirmiş... Az bir zaman dilimi değil... Özellikle de sanatının altın çağının büyük bölümünü Türkiye'de geçirmiş... Türkiye'nin en ünlü keman sanatçıların onun öğrencisi... Ama onu 1947'den itibaren birdenbire Almanya'ya dönmeye iten sebepler neydi... Ataları Osmanlı olan sanatçı Türkiye'yi niye ikinci vatanı olarak belleyemedi...
Mustafa Kemal Atatürk döneminde yabancı sanatçılar, bilimadamları büyük imkanlar sağlanarak davet edilmişler... Onlar da gelip Türkiye'de yüksek öğreniminin gelişmesine omuz vermişler... Ama Atatürk'ün ölümünden sonraki 10-15 yıllık dönemde birer birer Türkiye'yi terk etmişler... Niye, niçin terk etmişler... Niye daha fazla yararlanılmamış... Yetiştirdiği ünlü Türk sanatçıları bu konuda ne düşünüyorlar... Ölümünün 49 yılında Amar'ı saygıyla anarken bu gibi soruların cevabını da düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.