Geldiği siyasi deneyim ve gelenek dikkate alındığında Zana'nın çıkışı ciddi bir ağırlığa işaret ediyor.
Leyla Zana, son konuşmasında “Kürt sorunu demeyelim” önerisinde bulunarak, ‘haklar sorunu’ deyimini önerdi. Zana’nın bu gibi noktalardaki bakış açısı farklılığı üzerine analizler yapılabilir, ancak şu an konunun bir diğer boyutu öne çıkıyor.
Çözüm için Başbakan Tayyip Erdoğan’a ilişkin umudunu koruyan Zana’nın Başbakan’la görüşmesi, Suriye ile gerginliğin yükseldiği bir zamanda gerçekleşecek. Bu açıdan bakıldığında, bu görüşme, daha karmaşık, stratejik ve bölgenin geleceğini ilgilendiren bir anlam kazanıyor.
Esad yönetimi, bir açıdan, kendisini baskı altında hissediyor. Miktarı giderek yükselten bazı kumarbazlardaki gibi, çılgınlığa elverişli bir ruh halinden söz edilebilir. Bir başka açıdan baktığımızda ise Esad’ın hâlâ ‘yönetimi sürdürebilir’ bir konumda olduğu düşünülebilir.
ABD ve Avrupa, Esad yönetiminin devrilmesi için ‘düğmeye basmak’ konusunda ciddi tereddütler yaşıyor. Arap Baharı’nın başlangıcındaki kararlılık, süreç Suriye eksenine odaklandığında, yerini bir belirsizliğe bıraktı.
Batı’nın izlediği yolu anlamlandırırken iki etkeni görmekte yarar var:
1) Suriye’de yüzde 10-14 civarında olduğu tahmin edilen bir Hıristiyan topluluk yaşıyor. Irak ve ardından Mısır’da yaşananlar endişe yaratıyor. Irak’ta Saddam döneminde yüzde 4 civarında olan Hıristiyanlar, ABD işgali sonrasında, El Kaide’nin baskı ve saldırılarının da etkisiyle tamamen yok oldular. Mısır’da da, Mübarek’in devrilmesinin ardından kiliselere ve nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Hıristiyanlara yönelik saldırılar arttı. Esad’ın yıkılmasıyla birlikte Suriye’de de benzer bir durumun yaşanmasından duyulan endişe, ‘frene basma tercihi’nin temel nedenlerinden biri.
2) Obama’yı ve Avrupalı liderleri endişelendiren bir diğer eğilim, İsrail’in ‘İslamcı yönetimler’ arasında sıkışması. Eski diktatoryal yönetimler, İsrail konusunda uzlaşmacı bir yol izliyorlardı. Şimdi iktidarlara yerleşmekte olan İslamcı partilerin uygulayabilecekleri yeni çizgi, Batı’da ve İsrail’de doğal olarak huzursuzluk yaratıyor.
Batı’nın, ‘Esad’ın radikal bir müdahaleyle devrilmesine sıcak bakmama’nın ötesinde; Esad’ın da içinde olabileceği bir ‘uzlaşma koalisyonu’nu (bu yönde arayışlara ilişkin haberler geliyor) tercih etme ihtimali gündemde. Sonuç olarak, Rusya’nın da yakın müttefiki olan Esad rejimi, diğer Arap diktatörlüklerinden farklı olarak, yönetim bütünlüğünü koruyabiliyor ve isyancıları bastırıp ayakta kalabiliyor.
Türkiye, başlangıçta, Esad rejiminin de diğer Arap yönetimleri gibi kısa sürede yıkılabileceğini varsaydı. Batı beklenen ataklığı göstermedi. Kararsızlığı fark eden Rusya, daha cesur şekilde Esad’ın arkasında durdu. Esad yönetimiyle AK Parti hükümeti arasındaki gerilim, PKK’nın da etki alanını genişlettiği bir süreci tetikledi. PKK, Esad rejiminin de desteğiyle, Suriye Kürtleri arasında inisiyatif kazanmaya başladı.
Konuya PKK bağlamında bakarsak: Göründüğü kadarıyla PKK, Suriye-İran ekseni üzerinden yeni bir noktaya geldiğini hissediyor. Son günlerdeki saldırıları, bu kontekst içinde bir yere oturtmak mümkün. “PKK silahları konuşturarak bu satrançta AK Parti’yi sıkıştırmak istiyor” diye düşünebiliriz.
Leyla Zana işte bu denklem içinde, ‘PKK’nın silahları bırakmasını ve artık barışçı çözümün gündeme gelmesini isteyen Kürtlerin içinde yükselen yeni sesin sözcüsü’ sayılabilir. Kendisi belki çok örgütlü/organize bir eğilimi temsil etmiyor. Ancak, geldiği siyasi deneyim ve gelenek dikkate alındığında, çıkışı ciddi bir ağırlığa işaret ediyor. Nitekim Şerafettin Elçi, Ziya Halis gibi tecrübeli siyasetçiler bu çıkışı önemsediklerini açıkladılar.
Bölgede stratejilerin öne çıktığı oranda, çatışmalar da tırmanıyor. Şu noktadan sonra hangi stratejiler geliştirilirse geliştirilsin, Suriye-PKK denkleminin karmaşıklaşacağı öngörülebilir.
(Radikal gazetesinden alınmıştır)